Dünyanın en kadim mesleklerindendir öğretmenlik. İlk insan ile atbaşı bir geçmişe sahiptir. İlk insan, ilk peygamber Hz. Âdem (a.s.) de bir öğretmendi.
Şüphesiz ki bütün peygamberler gibi öğretmenler de içinde bulunduğu toplumu hakka, adalete, insanlığa çağırarak değiştiren, dönüştüren kişidir. Bu bağlamıyla öğretmen, önce kendini sonra toplumunu insanlık çizgisine, oradan da insanın olması gereken çizgisine taşıyan öncü ve inkılapçı bir kişidir. Bundan dolayı öğretmenlik, peygamberlerin yaptığını yapması bakımından da kutsal bir meslektir.
Bugün öğretmen diyoruz, ona dün muallim diyorduk. Muallim, Arapça kökenli bir kelime olup “talim eden, öğreten, öğretici, eğitici kimse” anlamına “i,l,m” kökünden türetilmiştir. Dilimizde eğitim öğretime dair kullanılan kelimelerden bir diğeri de “mürebbî”dir. Mürebbî, “eğiten, terbiye eden kimse, eğitici, mürşit” anlamlarına gelir. Gerek “muallim” gerekse “mürebbî” kelimelerinin Yüce Yaratıcının isim ve sıfatları ile bir ilgisi ve alakası söz konusudur.
Rabb kelimesi ile “terbiye, mürebbî” aynı kökten gelir. Yeri gelmişken Hz. Peygamber Efendimizin “Eddebenî Rabbî fe ahsene te’dîbî”, “Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti.” hadis-i şerifini anmadan geçemeyiz. Keza, muallim kelimesi ile “Alîm” ismi aynı kökten olması itibariyle birbiriyle ilgilidir. Bu husus bile öğretmenlik mesleğinin önemini ve kutsiyetini ortaya koymaya yeter de artar bile.
Öğretmenlik, kutsal olmaya kutsal, saygıdeğer olmaya saygıdeğer bir meslek. Lakin bizler, ona gereken değer ve önemi verebiliyor muyuz? Yoksa öğretmenliği sadece medar-ı maişet, geçimi temin etme, hayatı kazanma aracı olarak mı görüyoruz? Onu güncel siyasetin kısır çekişmelerinin potasında eritip mahvediyor muyuz? Her şeyde olduğu gibi sadece günü kurtaran, daha çok iki yüzlülük içeren, süslü püslü, kuru cümleler kurup en sahtekâr davranışları mı sergiliyoruz? Mesleği yücelten mi, ayaklar altına alan, izzet ve şerefini beş paralık eden davranışlar içinde mi oluyoruz?
Hem bini aşkın güzide eğitim öğretim kurumunu güncel siyasi saiklerle kapatıp yüzbinlere varan nitelikli öğretmeni çok sevdiği işinden, okulundan, eğitim öğretim ortamından mahrum bırakıp hem de eğitim havarisi kesilmek ikiyüzlülükten başka nedir?
Bu gün “Öğretmenler Günü”nde afili kutlama mesajları, paylaşımları yayımlanacak, yayımlandı da!.. Yüzbinlere varan öğretmenin haksız, hukuksuz bir biçimde o çok sevdikleri mesleklerinden, okulundan, öğrencisinden, dahası özgürlüklerinden, eşinden, aşiyanından edildiği bir ortamda öğretmene saygı, öğretmenliğin bir kutsiyetinden söz edilebilir mi? Söz edenlerin samimiyetine inanılabilir mi?
Oysaki işin daha en başında zulüm ve haksızlıklara karşı çıkmak ve onların bir parçası olmamak gerekmez mi? Zulüm, haksızlık ve hukuksuzluklara karşı çıkmadığı gibi bu yapılanları alkışlayanlar, öğrencilerine hangi değerden bahsedebilir, onlara hangi ahlaki davranışı sergileyebilirler? Marcus Aurelius “Hiçbir şey yapmayarak da adaletsizlik yapabilirsiniz.” derken haksız değildi!..
İnsanımızın, toplumumuzun hatta siyasilerimizin gündeminde bugün Filistinli kardeşlerimize, katil ve terörist İsrail tarafından reva görülen soykırım var. Belki konjonktürel belki samimi bir şekilde her biri zulüm ve zalimin karşısında kendini konumlandırmış bulunuyor. Evet, olması, yapılması ve durulması gereken yer budur. Fakat aynı tavrı neden iç meselelerde yapamıyoruz?
Ülke sınırlarının dışında cereyan eden zulüm ve haksızlıkları görebilen göz, hissedebilen kalp ne yazık ki ya tarafgirlikten ya düşüncesizlikten ve düşünmezlikten veya ideolojik farklılıklardan dolayı ülke içinde on yıla baliğ haksızlık ve hukuksuzlukları ne yazık ki göremiyor ve hissedemiyor!.. Akıl idrakten, göz gerçekleri görebilmekten, kalp selim bir hâlden, vicdanlar da sağlamlıktan mahrum!.. Her birinin farklı farklı yarası var…
Zulüm neden, nereden ve kimden gelirse gelsin zulümdür. Sebebi, gerekçesi ne olursa olsun zulmü, zulüm olmaktan, onu işleyeni de zalim olmaktan kurtarabilir mi?
Üstat Bediuzzaman Said Nursi’nin bu konulardaki şu tavrını gösterebilmek elbette büyük meseledir: “İstibdat zulüm ve tahakkümdür, meşrûtiyet adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere (asm) tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar, haydutturlar.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 121)
Haksız ve hukuksuz bir eylemin hangi coğrafyada işlenmiş olması onun haksız ve hukuksuz oluşunu değiştirebilir mi? Filistinliye uygulanan hukuksuzluk, karşı çıkılması gereken bir davranış da haksız ve hukuksuz bir biçimde KHK ile yapılan ihraçlar çok mu alkışlanası bir durum? Hukuksuzluk bakımından Filistinlilerin malına, mülküne el koyan, devlet destekli Yahudi yerleşimcinin yaptığı ile uydurma gerekçelerle kendi vatandaşının helalinden kazandığı malına, mülküne kayyım marifetiyle el koyma arasında bir farklılık var mı?
Yaşanan bütün bu olumsuzlukların yegâne çaresi gerçekçi bir eğitim ve öğretimdir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dile getirdiği “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesillerin ortaya koyacağı hakkaniyetli bir eğitim anlayışı ile mümkündür.
Gerçekçi olmayan, insan temel hak ve özgürlüklerini esas almayan, adaleti toplumun her alanında ve katmanında inşa etmeyen, etmeyi hedeflemeyen eğitim anlayışlarının topluma zerre miktar faydası yoktur ve olamaz. Haksızlığı, hukuksuzluğu gidermeden hakkaniyetli bir geleceğin inşası da mümkün değildir.
Eğitim öğretimin en önemli paydaşlarından biridir öğretmen. O, gerek tebeşiri gerek sesi, sözü gerekse kalemi ile insanlığın huzur saadetini inşa etme ödevindedir.
Okulunda ve hayattayken öğrencileriyle yüz yüze olan öğretmen, okul dışında ve hayattayken ve bu dünyaya veda sonrasında kalemiyle fiziken muhatap olmadan, gıyaben, öğrencilerine o hayati dersi vermek ödevindedir. Öğretmen hâli, tavrı, sözü ve fiilleriyle öğretmendir. Gerçek öğretmenin anlattıkları ile yaşayışı bir bütünlük arz eder, asla çelişmez.
Öğretmen, ana dilini en güzel şekilde kullanma becerisine sahiptir, öyle olmalıdır da. O bu niteliğiyle atalarımızdan bize miras kalan kültürümüzü geleceğe taşır. Bu gerek sözüyle gerekse yazıyla gerçekleştirir. Sözün uçucu oluşu sebebiyle onları bir dergide, bir kitapta paylaşması daha önemli ve zarurîdir.
Bugün var olmayan, yakın geçmişte Milli Eğitim Yayınları arasında çıkan yayınlarda “öğretmen yazarlar dizisi” vardı. Bu, çok önemli bir çalışmaydı, ne yazık ki bu gür kültür damarının köküne de kibrit suyu döktüler ve bugün Millî Eğitim Bakanlığı Yayınevi yok!.. Osman Çeviksoy’un “Kar Yağar Gül Üstüne”, Muhtar Tevfikoğlu’nun Hikâyeler I ve Hikâyeler II kitaplarını bu yayınevi vasıtasıyla tanımış ve okumuştum.
Öğretmenlik mesleğinin yanı sıra yazma görevini yerine getirerek güzel eserler ortaya koyan nice öğretmenimiz var. Bazıları emekli olduktan sonra da yazma çalışmalarına daha yoğun bir şekilde eğilmiş, harika eserler vücuda getirmişlerdir. Bilhassa köy ve kırsal kesimde çalışan öğretmenlerimizin yerel kültürü kaydetme, geleceğe taşıma gibi önemli görevleri vardır. Öğretmen yazarlardan Reşat Nuri Güntekin, Arif Nihat Asya, Nihat Sami Banarlı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Mehmet Yılmaz, Fakir Baykurt, Yusuf Atılgan gibi ustaların yanı sıra Sadık Arslan, Ercan Yılmaz, Kibar Ayaydın, Bülent Gündoğan, Mehmet Binboğa, Veli Aykar, Yaşar Çağbayır, Ali Çolak, Hasan Kallimci, Şemsettin Yapar, Bestami Yazgan, Said Türkoğlu, Osman Çeviksoy, Celalettin Kurt, Erdoğan Tücan, Şahin Taş, Hüdayi Can, Salim Nizam, Arif Akpınar, Murat Soyak, Hüdayi Türköz, Muhsin İlyas Subaşı, Hasan Çağlayan, Hüseyin Akın, Recep Şükrü Güngör, Senem Gezeroğlu, Nihan Işıker, Sıddık Akbayır, Tahsin Yıldırım ve Yılmaz Yılmaz da günümüz yazarları arasından ilk etapta aklıma gelen isimlerdendir.
Dedim ya öğretmen, her hâliyle topluma ışık tutma ödevindedir. Öğretmen, bu ödevini bazen sözü bazen sazı ve bazen de yazısı ile yerine getirir. Özü sözü bir, hak ve hakikat yolcusu, topluma gerçekten ışık tutan öğretmenlere selam olsun!..