Yetmişli yıllarda çocuktuk, Filistin’e dair bilgilerimiz hemen hemen yoktu. Seksenli yıllar ortaöğrenimlerimizi tamamladığımız ilk gençlik yıllarımızdı. Bu yıllarda ya haberlerden ya da bazı siyasi gruplardan bölük pörçük haberler çalınırdı kulaklarımıza zaman zaman Filistin meselesine dair. O zamanlarda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) vardı, haberlerde daha çok bu örgütün ve onun lideri Yaser Arafat’ın adı geçerdi.
O yıllarda zaten ya gazetelerden yahut tek kanal TRT haberlerinden öğreniyorduk, dünyada olup biteni. Onları da anlatanların anlattıkları kadarıyla tabii ki!.. Ayrıca, seksen öncesinde, bazı sol “militan”ların Filistin kamplarında eğitim gördüğüne dair haberler okurduk gazetelerde.
Doksanlı yollara geldiğimizde hayata atıldık, mesleğimizi ifa ve icra etmeye başladık. Bu yıllar, aynı zamanda teyp kasetlerinin revaçta olduğu yıllardı. Düşünceleri ifade etmenin, yaymanın bir aracı olarak kaset çıkarmak, bu kasetlerde ezgi ve marş formunda bestelere yer vermek en geçerli bir yol ve yöntemdi. O dönemden hatırladığım ve hâlen kaset olarak da arşivimde, kütüphanemde bulundurduğum “Filistin Marşları -intifada-” isimli bir albüm vardı. Albüm, Seda Yayıncılık tarafından piyasaya sürülmüştü. Kâh solo kâh birkaç kişilik koro tarzında kimi Arapça kimi Türkçe ezgi ve marşları söyleyenlerin isimleri albümde yazılı olarak yer almadığından onlar kimlerdir bilmiyorum. Albüm, İsrail’in, Aralık 1987’den 1993 yılı Oslo Anlaşmasının imzalanmasına kadar süren, Filistin topraklarını ele geçirme saldırılarına karşı, Filistinlilerin ayaklanması olan “intifada” sürecinde piyasa sürülmüş olmalıdır.
Filistin, hep acı, ızdırap, yokluk, sefalet, zulüm ve ölüm olarak zihinlerimizde yer aldı. Müslüman için ölüm bir yokluk değildir, amenna!.. Vatanını, malını, toprağını müdafaa ederken, savunurken can vermek, şehadet mertebesine ermektir ki bu mertebelerin en güzelidir. Lakin vatanında, öz toprağında özgürce yaşamanın, hayat sürmenin, ideallerini gerçekleştirmenin hazzı bambaşka bir şey. O kıymeti, en çok da yokluğunda biliriz ne yazık ki!..
Birinci Dünya Savaşı’nın bir bakıma son cephesi olan Kurtuluş Savaşı’mızda bu vatan savunmasının ne denli önemli olduğunu yakın tarihimizi anlatan kitaplardan, modern Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat kaleme aldığı “Nutuk” adlı eserinden ve başka başka kaynaklardan, gazilerimizin anlatımlarından öğreniyoruz. Öğrenmekle kalmıyor, onu bizden sonraki nesillere aktarıyoruz, bu ödev bizim.
Filistin meselesi, esasen Osmanlı’nın Ortadoğu’dan çekilmesinden sonra İngiliz siyasetinin acı meyvesi olarak ortaya çıkan, asla durulmayan ve çözüme kavuşturulup sonlandırılamayan krizlerin en başında gelir. Bilhassa 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasından sonra onlarca savaş, saldırı olmuş ve bunların çoğunda, çoğunlukla Filistinliler can vermiştir. İsrailli asker ve siviller de hayatını kaybetmiştir şüphesiz. Ama ölenlerin %2’si gibi düşük bir oranda kalır İsrail’in can kaybı.
Uluslararası alanda büyük ve hâkim devletlerin İsrail’in lehinde tavır almaları ve ona pozitif ayrımcılık göstermeleri Filistin meselesinin çözümüne katkı sağlamamış, dahası problemin kemikleşmesine ve neredeyse savaş ve can kaybının yaşanmadığı yıllarla hayat sürülmesine sebep olmuştur, olmaktadır da!.. Ayrıca “Dış politikada duygusallığa yer yoktur, ülkelerin menfaatleri vardır. Menfaatlere göre tavır belirlenir.” Anlayışı dün olduğu kadar bugün de geçerli olmasından dolayı Filistin halkının yanında olan ülkelerin liderleri, halkları kadar meseleye devletler nezdinde sahip çıkmaması asırlık, kanlı ve acılı bu problemin çözümsüzlükte kronik bir hâl almasına sebep olmaktadır.
Filistin meselesinin çözüme kavuşturulamamasın sebeplerinden biri de kanımca içte birlik oluşturulamamış olmasıdır. Mücadelenin önce El-Fetih, İslami Cihat ve Hamas gibi örgütlerle sürdürülmesi ve bu örgütler arasındaki ideolojik farklılar içte birlikte hareket edememeleri İsrail karşısında güçlü olmayı imkânsızlaştırmıştır. Her ne kadar bugün Filistin adında bir devlet varsa da Filistin topraklarına hâkimiyeti yok denecek derece azdır bu devletin. Bu devlet, Birleşmiş Milletlerde sadece “üye olmayan gözlemci devlet” statüsünde temsil edilmektedir.
Filistin meselesinin siyasi, idari yönü çözüme kavuşmadan suların durması, halkların barış içinde yaşamaya devam etmeleri söz konusu olamaz. İşin özünde ekonomik nedenler olsa da her iki devlet de varoluş nedeni olarak dini referans alması problemlerin çözümsüz kalmasına, derinleşmesine sebep olmaktadır. İsrail’in ve dahi Siyonizm düşüncesinin “Büyük İsrail” idealini gerçekleştirmek istemesi, Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te olması, bu toprakların her iki dinin mensuplarınca kutsal addedilmesi, her iki toplumun da bu topraklar üzerinde hâkimiyeti elde etmek istemesi meselenin çözümünü ayrıca zorlaştırmaktadır.
Öteden beri huzursuzluğun, savaşın, kaotik ortamın devam ettiği Filistin’de en son 7 Ekim’de Hamas’ın çok yönlü olarak 20 dakika içinde 5 bin civarında roketle İsrail'in güneyindeki şehirlerine atış yaparak İsrail’e saldırması ilk etapta Filistinlilerde ve Filistin halkını destekleyenlerde moral üstünlüğü etkisi göstermiş olsa bu aslında bir yıkımın habercisi idi.
Hiçbir kural tanımayan İsrail’in buna nasıl bir cevap vereceği hesap edilmiş miydi, bu tartışabilir bir durum. Zira İsrail’in bu saldırıya karşı cevabı şüphesiz çok çetin ve hiçbir kural tanımaz bir şekilde olmuş ve sivilleri, çocukları, hastaneleri bombalayarak savaş suçu işlemiştir. Hamas’ın saldırılarında da sivillerin ölmüş olması uluslararası kamuoyunda Hamas’ın yaptıklarının “terör” olarak addedilmesi İsrail’in elini güçlendirmiştir. Hattı zatında İsrail’in yaptıkları da birer terör faaliyetidir. Ama bu faaliyetlerin kınanması bile bir mesele oluyor Birleşmiş Milletlerde!..
Geriye dönüp bakıldığında Hamas’ın saldırısının sanki İsrail’in, Filistin topraklarından Filistinlilerin yok edilinceye kadar sürecek soykırım harekâtına girişmesine zemin hazırlamıştır demek mümkün. Bu konuda, sosyal medyada çokça paylaşılan bir sözün haklı olmamasını dilerim: “Savaşı güçsüz taraf başlatıyorsa, içlerinde güçlüden yana tetikçi vardır.” Tabii meseleye oradan bakmakla dışarıdan bakmak, öyle değerlendirmek arasında çok fark var.
İsrail’in insanlıktan nasipsiz karşı saldırıları sonucu çoğu bebek ve çocuk 10 binden fazla Filistinli canını kaybetti. Dünya genelinde insanlar, halklar Filistinlilere taraf gösterilerde bulunurken devlet yöneticileri sadece kınamakla yetiniyor, bundan öteye siyasi bir tavır almaktan kaçınıyorlar. Bu da İsrail’in elbette hoşuna gitmesinin ötesinde azdırıyor, zulmüne zulüm katıyor. İslam ülkelerin liderleri bir araya gelip toplanıyor, kınamakla yetiniyorlar. Bunu Siyonist hedefleri olan İsrail yöneticileri de biliyor ki böylesine pervasız davranıyorlar.
İslam ülkelerinde gerçek demokrasi olsa yöneticilerinin politikalarını sorgulayabilen bir sistem olsa hiç şüphesiz Ortadoğu coğrafyasının hâli bambaşka olurdu. Gerçek hukuk ve demokrasi olmayınca ülkeleri yönetenler keyfe keder bir yol izliyor, insanlar hak, hukuk, özgürlük mahrum ve mahkûmu oluyorlar.
Filistin meselesi ne zaman çözüme kavuşur ne zaman sulh ve sükunete erer derseniz halklar kadar devletlerin liderleri, başkanları, başbakanları halkın ürünlere boykot ettiği kadar diplomatik yaptırımlarla olaylara cevap verdikleri zaman derim. Bizim elimizden ancak yazmak, dilimizden de dua dua yalvarmak geliyor. Rabbim zorda kalan kardeşlerimizin yâr ve yardımcısı olsun. Zalimlerin iflahını kessin, gücünü dağıtsın, birbirlerine düşürsün!..
Yazımın sonunda sizleri, Filistinli şair, “Ebu Selma” lakaplı şair Abdulkerim El-Kermî’nin, Türkçemize Pertev Aşkın ve Azra Konak’ın kazandırdığı “Elbet Döneceğiz” şiiri ile baş başa bırakıyorum:
“Ah Filistin, nasıl uyurum
İşkence bağı gözlerimdeyken
Senin adınla temizliyorum dünyayı
Eğer senin aşkın beni yorgun düşürmediyse
Korumuşumdur duygularımı bir sır gibi
Günlerin kervanı gelip anlatır
Düşmanların komplosunu ve dostları
Ah Filistin, nasıl yaşayabilirim?
Ovalarından, dağlarından uzak
Kana bulanmış, dağlarından uzak
Kana bulanmış, dağların yamaçları
Çağırıyor beni
Ve ufuk hep kan
Ağlayan kıyılar çağırıyor beni
Ve hep hüzünlü yankılar, zamanın kulaklarında.
Firari akınlar çağırıyor beni
Öz yurtlarında birer yabancı oluyorlar
Öksüz kentlerin çağırıyor beni
Köylerin, kubbelerin
Dostum soruyor bana: “Buluşacak mıyız yine?”
“Geri dönecek miyiz?”
Evet, Döneceğiz ve serin toprağı öpeceğiz
Dudaklarımızda o kızıl arzu ile
Yarın döneceğiz
Ve duyacaklar
Ayak seslerimizi
Fırtınalarla döneceğiz
Şimşeklerle, meteorlarla
Umut ve şarkılarla
Uçan kartallarla
Göle gülümseyen şafakla döneceğiz
Kanayan bayrakla
Döneceğiz parlayan kılıç ve mızrakla”