Vâli olamayacağını bile bile ÇOCUĞUNU (O) FAKÜLTEYE NİÇİN KAYDETTİRDİN?
Sakın, “ADAM OLMASI İÇİN.” demeye kalkıp da insanları kendine güldürme. Evet, gülerler. Çünkü herkes biliyor ki senin asıl derdin, çocuğunun “adam olması” değildir. Bu BİR. İKİNCİSİ; yine herkes biliyor ki, üniversitenin görevi (işlevi) “adam etmek” değildir. “Peki öyleyse, üniversitenin görevi nedir?” Bu soruyu beğenmedim. Ayaklarımı yere basarak iki şıklı bir soruya dönüştüreceğim:
1-DÜNYADA (VE TABİ İLERİ ÜLKELERDE) ÜNİVERSİTENİN İŞLEVİ NEDİR?
2-BİZİM MÜBAREK ÜLKEMİZDE ÜNİVERSİTENİN İŞLEVİ NEDİR?
Sizler bu soruları cevaplamadan önce, (ÜNİVERSİTE KOMEDYASI-1) başlıklı yazımı okursanız, taşlar yerlerine daha iyi oturur diye düşünüyorum. Yazılarımı okuyanlar bilirler; insicamlı yazmayı beceremiyorum ve îmâsız, kinâyesiz de yazamıyorum... Öyle olunca da okuyanların önemli bir kısmı, anlatmak istediklerimi anlayamıyorlar. Bunu, bazı yazılarıma yapılan alâkasız yorumlardan anlıyorum. Bir de bizim hanımın sözlerinden: “Serdar Hoca, öyle yazıyorsun ki yazdıklarını benden başka kimse anlamıyor. Aksini kanıtlayabilirsen söz veriyorum, sana her gün musakka pişireceğim.” Musakkayı sevdiğimi bilir. Fakat et-kıyma alabilecek kadar paramın olmadığını da biliyor uyanık.
Bir avuç “tuzu kurutulmuş”a sözüm olamaz. Ama et alamayacak kadar “yoksullaştırılmış insanlar” niçin “İlle de üniversite olsun.” diye tutturup duruyorlar. Hani bir şarkı var ya; “Ben kalender meşrebim, güzel çirkin aramam, ille de isterim olsun...” “Ben falanca üniversite, filanca fakülte aramam, ille de yüksek tahsil isterim olsun...” Dedim ya; insanlar gerçekten de çocuklarının ADAM OLMASInı istiyorlar galiba(!) Oysa yüksek okul, adam etme yeri değildir. Ya da denize düşmüşler... hesap kitap da bilmediklerinden yılana sarılıyorlar.
Fakat onların bu hesap kitap bilmezlikleri, hem kendilerini hem çocuklarını hem toplumu (yani bizi) zarara sokuyor! Kendilerini ve çocuklarını nasıl zarara soktuklarına aşağıda kısaca değineceğim. Bizi nasıl zarara soktuklarını ise siz küçük bir hesapla anlayabilirsiniz: Özel üniversitelerde okuyanlar da dâhil, her üniversite öğrencisinin ülke bütçesine olan mâliyetini araştırınız. Ulaşım, binâlar, tesisler, araç gereçler, tüketilen enerji... Bu hesabı yaparken, üniversite çatısı altındaki maaşlı gizli işsizler ordusunu, yani sâdece tüketici olan kesimi de göz önünde bulundurun lütfen. Zaman kaybı, işgücü kaybı, ekonomik mâliyet çok büyük. Çok çok büyük. Sonuçta ise binlerce, onbinlerce işe yaramaz diploma! Onbinlerce işsiz ve iş bilmez (mesleksiz) genç... Benim ödediğim vergiler, havanda su döğmek için harcanıyor! Ben zarara uğruyorum yani.
Kendilerini ve çocuklarını zarara sokmaya gelince:
Bizim oğlan, piramidin biraz üst kısmındaydı, İTÜ Denizcilik Fakültesi’ne birincilikle girdi. Çıkışında da okul birincisiydi. Şayet öyle bir yüzdelik dilimine girmeseydi (örneğin %4’ün altında kalsaydı), kendisi hakkında şu projemi devreye sokacaktım: Tek istikamet; Açık Öğretim Fakültesi’ne kayıt... (Aşçılık mesleğiyle ilgili bir yüksek öğretim kurumu var mıdır, bilmiyorum.) ve çalıştığım yatılı okulun idarecilerine, onu yemekhanede bulaşıkçı olarak işe başlatmalarını rica edecektim. Hiç de yerinmeyecektim inanın. Bu arada, sonu banka memurluğuna çıkacak bir fakülte yolculuğuna başlamasına da (inancım gereği) aslâ izin vermezdim. Çok akıllı biri değilim, hesap kitaptan da pek anlamam ama ayaklarımı yere basmasını bilirim. Ben salak mıyım ki çocuğumu yıllarca, sonucu belli bir fasa fiso fakültede okutayım... dünya kadar masraf edeyim... dünya kadar zaman israfı yapıp oğlumun gençliğini boşu boşuna harcayayım... sonrasında da iş arayan, ezik bir evlâdın derdiyle tasalanayım! Böyle onbinlerce genç, ortalıkta gezip durmuyor mu? Bu durum, bana ibret olmuyor mu? O gençlerin çoğunun psikolojisi bozuk, bunalımdalar. Aile içi tatsızlıklar da yaşıyorlar. Devlet okullarına atanamayıp da özel kurumlarda asgarî ücretle canları çıkarılan nice gençler var. Marketlerde kasiyerlik yapanlardan, sözleşmeli er olanlara... pazarlarda tezgâh açanlara... Niçin okudular, onca dersi niçin çalıştılar? Güzelim gençlik yıllarını niçin bomboş geçirdiler? Niçin dünya kadar para harcadılar? Neymiş: Benim çocuğum üniversite mezunuymuş! Hay böyle üniversite mezunluğunun içine... O süreçte harcayacağım paraları bile biriktirsem, çocuğuma güzel bir imkân hazırlamış olurum. ANCAK BURADA ÖNEMLİ BİR HUSUS VAR: Ben, erkek çocuklar üzerine konuşuyorum! Kız çocukların durumu özeldir, erkeklerle aynı kefeye konulamazlar! Onlar için farklı bir hesap-kitaba gerek vardır! Bu ise şimdi konumun dışındadır.
Şimdi yukarıdaki iki soruyu sizlerle beraber cevaplamaya çalışalım:
1-DÜNYADA (VE TABİ İLERİ ÜLKELERDE) ÜNİVERSİTENİN İŞLEVİ NEDİR?
Bu soruyu cevaplamak basittir. Hepimiz, konu hakkında pek çok şey okumuşuzdur, dinlemişizdir. Ben, oralarda okuyan öğrencilerimden aynelyakîn bilgiler de alıyorum: Cavırın memleketinde üniversite okumak, A-yüktür, zahmettir, dikenli yoldur. B-lükstür, masraflıdır. Adamların yüksek öğrenim kurumlarında kontenjanlar, kotalar sınırlıdır. Kuru kalabalığa itibar etmezler. Çünkü, oralarda üniversitenin temel amacı, araştırma yapmaktır. O kurumlarda öncelik, lisans üstü çalışmalara zemin hazırlamaktır. Hiçbir üniversite, öğrencilerine meslek kazandırma derdinde değildir. Dolayısıyla da kapıyı her çalanı kabul etmezler. Hattâ, ellerinden geldiğince burslar vererek, kafası basan ve çalışkan olanları kendilerine çekmeye çalışırlar. “Kiminin duası, kiminin parası” yaklaşımıyla aldıkları öğrenciler için dahi yüksek çıtaları vardır. Özel üniversitelerinde de tutum ve davranışlar aynı ilkeler çerçevesinde şekillenmektedir. MAALESEF BİZİM EN İYİ ÜNİVERSİTELERİMİZ BİLE İŞTE O ÜNİVERSİTELERİN İLK 500’Ü ARASINA GİREMEMEKTEDİR.
Fakat atlamayalım: O ülkelerde, üniversite zahmetine katlanmak isteyen gençlerin oranı da bizdekinin tersine, oldukça düşüktür. Çünkü gençler, üniversiteye gitmeden meslek kazanabiliyor, iş bulabiliyorlar. Ve buldukları iş ile de oldukça müreffeh bir hayat sürebiliyorlar. Elbette oralarda da hakça bir gelir dağılımının uygulandığı söylenemez ama onların aga’larının artıkları da biraz çok oluyor. Bizdeki gibi değil yani. Ayrıca oralarda “Ben varmam inekliye... yoğurdu sinekliye... Allah nasip eylesin omuzu tüfekliye.” ve “Üsküdar’a gideriken... kâtibime kolalı da gömlek ne güzel yakışır.” türkülerini bilip söyleyenler yok. Biraz câhil kalmışlar, insanlara etiketlerinden, makamlarından dolayı değer vermeyi pek bilmiyorlar(!) Ve adamlar, memur olup kıçlarının üzerine oturmak yerine iş elbiselerini giyip zahmetli işlerde çalışmayı kabulleniyorlar. Biz ise; hem kel, hem fodul... Daha fazla uzatmama gerek yok, değil mi? O ülkelerde üniversitenin işlevi neymiş, anlaşıldı değil mi? Peki siz, çocuğunuzu niçin ille de üniversiteye kaydettirme telâşındasınız?
2-BİZİM MÜBAREK ÜLKEMİZDE ÜNİVERSİTENİN İŞLEVİ NEDİR?
Geldik, cevaplanması çok zor ve çok uzun sürecek olan soruya. Fakat bu arada yazım uzadıkça uzadı. Siz ise uzun yazıları sevmezsiniz. Ne yapalım şimdi? Bu soruyu cevaplayacağım bir başka yazı sözü vereyim ve size acı tebessümler ettirecek, konumuzla çok ilgili bir hâtırâmı anlatarak bitireyim:
FAKAT ÇOK ÇOK ÇOK ÖNEMLİ BİR ARZIM VAR: Bu sorunun en güzel cevabını Rahmetli Nurettin TOPÇU Hoca, hem de yaklaşık bir asır önce hârika bir şekilde vermiş. Lütfen, arayıp bulun ve okuyun.
1971-1972 öğretim yılı. Erzurum Atatürk Üniversitesi. İkinci yılım. İkinci sömestr.
-“Serdar Kardeş, Celal’in kaldığı odada bir kişilik yer açılıyormuş. İstersen oraya taşınabilirsin. Allah razı olsun, bodrum katında epeyce hizmet ettin. Artık yukarıya taşınman bize göre iyi olur. Ne dersin? Müdür yardımcısına rica ederiz, boşalan yeri başkasına vermesinler diye.” Rıfkı KAYMAZ Abi (Yıllar önce rahmetli oldu. Çok özel birisiydi. İnterneti kurcalayarak hakkında bilgi edinmenizi mutlaka isterim.), böyle söyledi. Ben de kabul ettim tabi. Aynen, ilk sömestr başındaki isteğini de kabul ettiğim gibi.
Evet, ilk sömestr başında aynı Rıfkı Abi demişti ki;
-“Serdar Kardeş, senden bir ricamız var: Eğer mahsuru yoksa, sen bir yıl veya en azından bir sömestr daha bodrumda kalabilir misin? Sen, girişken ve sempatiksin, insanlarla kolay arkadaşlık kurabiliyorsun. Bak geçtiğimiz yıl boyunca birçok arkadaşın sohbetlere gelmesine vesile oldun. Önümüzdeki yıl buraya, bodrum katına, yeni kayıt öğrenciler gelecek. Senin onlarla da bir abi olarak tanışıp ilgilenmen çok hoş olur diye düşünüyoruz. Hizmet’in hatırı için bunu yapar mısın?”
Bir yıl daha bodrum katında kalmak... Hizmet hatırına, İslâm’a hizmet hatırına ne yapılmaz ki! Elbette kabul.
‘70-‘71 öğretim yılında üniversite hayâtım başlamıştı. O yıllarda, Erzurum’da öğrencilerin barınabilecekleri yer sorunu vardı. Kiralık ev bulmak hiç kolay olmuyordu ve evlerin çoğu da kalorifersiz... Oysa kışlar da çok daha soğuk idi. Dolayısıyla kampüs içindeki devlet yurtlarına talep aşırı derecede yoğun idi. Yetkililer, üç beş öğrencinin daha derdine derman olmak niyetiyle, yurt bloklarının bodrumlarını da öğrenci odalarına dönüştürmüşlerdi. Yeni kayıt olan öğrenciler, üst katlarda boş yatak oluşuncaya kadar (yaklaşık bir öğretim yılı boyunca) orada kalıyorlar ve tabi hâllerine şükrediyorlardı. Benim de ilk yılım bodrum katındaki 120 numaralı odada geçmişti. O kattakilerin çoğuyla arkadaş olmuştum. Samimiyeti ilerlettiklerimi, 71 numaralı odada, yani Rıfkı Abi ve arkadaşlarının kaldığı odada yapılan Risâle-i Nur sohbetlerine davet ediyordum. Bazılarıyla ise beraberce şehre, Kırkıncı Hoca’yı ziyarete gidiyorduk. Kendimce dinim adına hizmet ediyordum. Mutluydum. İşletme fakültesinde okuyan Celal ile de orada tanışmıştık. Onu da sohbetlere götürmüştüm. Daha sonra bir iki defa beraberce Kırkıncı Hoca’yı ziyaret de etmiştik. Adanalı bir arkadaştı. Melek gibi tertemiz bir fıtratı vardı ve İslâmî yaşantı çok yakışıyordu kendisine. İşte Rıfkı Abi’nin sözünü ettiği Celal, o Celal idi. Birinci sömestr sonunda, üçüncü katta boşalan bir yere taşınmıştı. Şimdi ben de onunla oda arkadaşı olacaktım.
Büyük sorun: Yatak, Hipi Mürsel(Mürsel’i ben değiştirdim.) diye bilinen bir kişinin mezun olmasıyla boşalmıştı. Tanıyordum Hipi Mürsel’i. Yedi yıldır takıldığı dört yıllık fakülteden, hocaların kendisinden kurtulabilmek için mezun ettikleri bir amca(!)ydı. Lâkâbına yakışan bir yaşantısı vardı. Çok kısaca anlatayım: Ucunda Birinci marka sigarası takılı olan ahşap takım (ağızlık) ağzından hiç düşmezdi. Saçı ve sakalı tıraş görmezdi. Banyo periyodunu bilemiyorum. Giysilerini de hiç değiştirmiyordu. Ayağındaki postallarını, yatarken dahi çıkarmadığını sonradan öğrendim... İşte ben, bu adamın (eşeğin) yatağına yerleşecektim. Fazlasına gerek yok, anladınız. Anamı ağlatan temizliği yapmama Celal de yardım etmişti. Ölmüşse Allah rahmet eylesin, sağ ise hayırlı uzun ömürler versin.
Bu hâtırâm, “Üniversite ne verir, neyi değiştirir?” sorusuna somut bir cevaptır, diye düşünüyorum. Üniversite, Hipi Mürsel’i hiç değiştiremedi, adam edemedi ve yine Hipi olarak yaşamın içine yolladı. Üniversiteye eşek olarak girenlerin, adam olarak çıkmaları, sık rastlanan bir durum değildir.
ÜNİVERSİTENİN, EŞEKLERİ ADAMA DÖNÜŞTÜRECEĞİ ÜTOPYASINA hayır.
Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.
EŞEKLİKTEN KURTULMANIN ÇARESİ VAR MIDIR?
Öğretim, bir ölçüde bilgisizliği alır,
Fakat maalesef eşeklik bâkî kalır.
R. Serdar Özmilli