Her şeyde olduğu gibi bu yazıyı kaleme almakta da geç kalmasaydım, eminim ki kehânette bulunduğumu düşünecektiniz. Gerçi ben işin bu derece ileriye gideceğini ve resmiyete büründürüleceğini tahmin etmiş değildim ama Musk’a Trump tarafından bir bahşiş verileceğini de bu bahşişin taraflara yakışır bir büyüklükte olacağını da düşünmüştüm. Düşündüğüm gün itibariyle henüz ortada ne fol vardı ne yumurta. Geç kaldığımı, medyadaki şu haberi gördükten sonra anladım:
“Trump yeni bakanlığın başına Elon Musk’ı getiriyor: HÜKÜMET VERİMLİLİĞİ BAKANLIĞI (DOGE)” “Bu bakanlık, ABD halkına küçük bir hediye imiş... Ramaswamy ile birlikte bu görevi kabul eden Musk, şeffaflık sözü vermiş...”
ABD’yi, okuduğum ve duyduğum kadarıyla biliyorum. Bir yandan ÖZGÜRLÜKLER ÜLKESİ, diğer yandan VAHŞÎ KAPİTALİZMİN SOMUT BİR ÖRNEĞİ diye biliyorum. Oradaki pek çok uygulama karşısında ise dudaklarımı ısırıyorum. Fakat kendisini başkan seçtirme konusundaki katkısından dolayı Trump’ın Musk’a bir bahşiş vereceği fikri aklıma geldiğinde ne dudaklarımı ısırdım ne de dudaklarım uçukladı. TRUMP’IN BU DESTEĞİ KARŞILIKSIZ BIRAKMAYACAĞINI, MUSK’A DEVLET BAHÇELERİNDEN DERLENMİŞ BİR ÇİÇEK BUKETİ SUNACAĞINI bekliyordum. Çünkü bu, tek tük istisnalar haricinde, kadimden beri her ülkede görülen bir durumdur. Belki benim dikkatimi çeken husus; sermaye sâhiplerinin siyasîlere destekleri genellikle perde arkasından yapılırken Musk’ın bunu âşikâre yapmış olmasıydı. Trump’ın da buketi Musk’a açıktan açığa verdiğini ise, ben daha kaleme sarılmadan, medya haberlerinden öğrenmiş oldum. Âşikâr yapmaları, pervâsızlık olarak da düşünülebilir, dürüstlük olarak da. Hele işin içinde Musk’ın şeffaflık vaadi olunca... Şeffaflık. Şeffaflık ve denetlenebilirlik. Hani şu bizde ve çoğu yerde, yokluğundan yakınılan erdem... Ötesini bilemeyeceğim artık.
Realite (gerçek), adı üstünde ‘realite’dir, inkâr edilemez. Ve ister doğru ister yanlış olsunlar, ister haklı ister haksız olsunlar, insan’ı ve toplum’u saran gerçekleri görebilmek ve doğru okuyabilmek önemlidir. Daha önemlisi ise, bu gerçekler karşısında nasıl davranmamız, neler yapmamız gerektiğini iyi düşünmektir. İşte o zaman, sürü olmaktan kurtuluruz. İnsan fıtratı bir realitedir, fıtratımızda birtakım zaafların bulunması bir realitedir. Sermaye bir realitedir. Siyaset bir realitedir. Hırs bir realitedir. Bencillik (hodkâmlık) bir realitedir. Gayr-i meşrû’yu irtikab bir realitedir... şiddet bir realitedir, futbol fanatikliği bir realitedir... say sayabildiğin kadar. Neler yapılmalı, nasıl davranılmalıdır peki? Bunun kendimce cevabını yazımın sonunda vermeye çalışacağım.
Futbol seyircileri de, daha doğrusu futbol taraftarları da buna dikkat etmelidirler ya. Yöneticileri, antrenörleri ve oyuncuları sürekli değişen bir takımın taraftarı olurken iyi düşünmek, ölçüyü kaçırmamak gerekir. O sahada dönen dolapları, futbolcular da dâhil rolü bulunanları, dikkatlice tâkip etmek ve kendi konumumuzu buna göre belirlemek gerekir. En azından, şu son BAHİS ÇETELERİne ve BÜYÜK FÂİZ TEZGÂHLAMALARIna takılanlar bizi biraz akıllandırmalıdır. (Trump-Musk ilişkisinde olduğu gibi...) Ben niçin taraftar oluyorum? Kimlere taraftar oluyorum? (Trump’a veya rakibine niçin oy veriyorum gibi...) Fanatik olmam, holigan olmam kime ne yarar sağlıyor? Kimler için kardeşimin kalbini kırıyor, karşı taraftarların kafalarını yarıyorum?.. İmkânın ve sağlığın var da futbol oynamıyorsan, hatâ yapmış olursun. Evet. Vaktin varken güzel bir futbol maçını izlemiyorsan, hatâ yapmış olursun. Sporun yaşayabilmesi, yaşatılabilmesi için katkı sağlamıyorsan, hatâ yapmış olursun. Fakat “taraftarım, fanatiğim, holiganım” diyeceksen, aklını kullanmalı, enine boyuna düşünmelisin. O adamlar, senin babanın oğlu değildirler ve onlar kendi çıkarları peşinde koşar, seni hiç düşünmezler.
Siyasetçilerin ve sermaye sâhiplerinin çoğu da böyledir. Onların derdi, sen değilsindir. Bu gerçek, bir iki istisnasıyla tarih boyunca böyle süregelmiştir, günümüzde de değişmemiştir. Siyasetçiler sermaye sâhiplerini, sermaye sâhipleri de siyasetçileri kollar ve kullanırlar. Keşke Sokrat, Aristo, Eflâtun(Platon), Dekart, İbn Haldun, J.J Ruso, Marks, Bediüzzaman, Nurettin Topçu, Cemil Meriç ve dahası, sağ olsalardı da size bu gerçekleri anlatsalardı. Trump-Musk ilişkisini de işte böyle okumak yanlış olmaz. Çoğu zaman, sermaye sâhipleri belirli siyasetçileri destekler ve destekledikleri siyasetçilerin iktidarları sırasında da pek çok kapı kendilerine açılıverir. Daha vahimi; bazen de siyasetçiler, çevrelerindeki yandaşların büyük sermayedâr olmalarına katkıda bulunur ve otomatikman kendi destekçilerini oluştururlar. Tavuk yumurtadan, yumurta tavuktan...
Lütfen kimse itiraz etmesin; bu durum, “böyle gelmiş böyle gitmekte olan” bir gerçekliktir. Peki bize düşen, nedir? Biz ne yapmalıyız?
1-Bu gerçeği değiştirmeye ne Aristo’nun ne Eflâtun’un ne İbn Haldun’un ne Ruso’nun ne Bediüzzaman’ın ne Nurettin Topçu’nun gücü yetmiştir, değil mi! Öyleyse bize düşen ilk görev; bu gerçeğin farkında olmaktır. Kullanılmak isteneceğimizi, hattâ mağdur edileceğimizi bilmek ve yanlış odakların (ki çoğu yanlıştır) yandaşı, suç ortağı olmamaktır. Siyasetçileri doğru okumayı bilmektir, vahşî kapitale ancak hak ettiği kadar değer vermektir. Karşılaşılacak türlü olumsuzlukları da birer sürpriz saymamaktır.
2-İkinci görevimiz çok ama çok daha önemlidir: Kendimizi düzeltmek. Kendimizden başlayarak yanımızdaki, yakınımızdaki insanları düzeltmeye çalışmak, felâha ermenin en sağlıklı yoludur. Hani ‘ferdan ferdâ’ deniliyor ya. Çünkü Bediüzzaman’ın ifadesiyle; bizim sorumluluğumuz, yetkimiz ve etkimiz, en küçük dairede en büyük seviyededir. Dış dairelere, yani daha büyük dairelere gidildiğinde etkimizin gücü ve seviyesi düşer. Kaldı ki biz küçük dairemizdeki görevimizi lâyıkıyla yaparsak, büyük dairelerin düzelmesi otomatikman gerçekleşir. Zâten, büyük dairedeki değişim, Yaratıcı’nın yed-i kudretindedir. Bunun böyle olduğu, “Nasılsanız öyle idare olunursunuz.” semâvî söylemiyle açıkça belirtilmektedir.
3-Elbette bir insan topluluğu, bir koyun sürüsü değildir ve haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Ama bu gerçeğin yol yordam gözetmek kaydıyla ortaya konması gerekir. Fevrî olmak yerine akıllı ve temkinli olunması gerekir. Yine Bediüzzaman’ın ifadesiyle; (en azından) medenîlere galebenin iknâ ile olacağını unutmamak gerekir. Bunun yanı sıra, “bir elin nesi var, iki elin sesi var” sırrınca, münferid tepki yerine toplu tepki tercih edilmelidir.
4-Tarih iyi incelenmelidir. O takdirde görülecektir ki bu dünyada, iyilerin iyi olmalarına karşılık kötüler, haksızlık yapanlar, zâlimler, çoğunlukla onlara gâlebe çalmışlardır. Bu durum bizi iyi olmaktan, hakperest olmaktan vazgeçirmemelidir. Çünkü Habîr-i mutlak, Vekîl-i mutlak, Hakem-i mutlak, Âdil-i mutlak, Rahîm-i mutlak, Kâdir-i mutlak olan... Muktedir, Azîz, Kahhâr, Müntakım, Celîl olan Allah, boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını alacağı o büyük mahkeme gününü yaratacağını vâdetmektedir. Kötülere özenilmemeli, onlara benzemenin onur kırıcı bir şey olduğu hatırda tutulmalıdır.
5-“De ki; eğer duanız olmasa Rabbimin katında ne ehemmiyetiniz var.” (Furkan, 77) işâretini aklımızdan hiçbir zaman çıkarmamalı ve hayırlı gelişmeler ihsan etmesi için Rabbimize sürekli dua etmeliyiz.
Ben de yazımı şu dua ile bitireyim: Allah her konuda hepimiz için hayırlısını versin. Âmin. Vesselâm.
SİYASET VE SERMAYE DÜNYALARIYLA İLE İLGİLİ OLASI OLUMSUZLUKLARDAN GÂFİL KALMAYA hayır.
Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.
R. Serdar Özmilli
Hocam guncelden yola çıkarak değişmez gerçekleri ne güzel anlatmışsınız kaleminize uzun ömürler