(Başlığı yadırgayıp gözlerini patlatarak bana aptal aptal bakan okuyucum varsa şayet, yazıma başlamadan ona sesleneyim: Oğlumuza eş aramak kadar normal ve onurlu bir şeydir kızımıza bir eş aramak. Kadınların Sultanı Hazret-i Hatice’yi tanıyan her Müslümanın bunu bilmesi gerekir.)
{DİKKAT: TARİH ÖNCESİ ZAMANDAN BAHSEDİYORUM! Çünkü harsımızın, örfümüzün içine yapıldı artık.}
Evlâdınız büyüdü, palazlandı. Evlenme çağına geldi. Bir telaştır sarar sizi. Kulağınız tetikte, gözleriniz çevrenizde, uygun bir aday arayışı ya da bekleyişi içine girersiniz. Uygun bir aday… Uygun… Diliyle “hayırlı bir kısmet…” diyenlerimizin bile gönüllerinden “uygun kısmet” geçmektedir. Bu kör olmayasıca kelime, ne esnek ne ele avuca sığmaz bir kelimedir. Uygun’dan herkes kendine göre başka başka anlamlar çıkarır. Çoğu zaman da uygun olanı istediğimizi söylerken aslında uygununa hiç razı değilizdir, uygun olmayan(!)ın peşindeyizdir. Çünkü “hayırlı”sını istememiz gerekirken, biz “uygun” kelimesiyle, bu kelimeyi kafamıza göre anlamlandırarak yola çıkmışızdır. Ve dolayısıyla aranan şeyin, mutluluğun, tersiyle tokat yeriz. Mutsuz oluruz. Yavrularımız da biz de.
Gelin ya da damat arıyorsanız, her şeyden önce şunu kafanıza kazımalısınız: Erkek veya kadın olmamız gibi, çok zeki veya az zeki olmamız gibi, Türk veya Rus olmamız gibi, zengin veya fakir olmamız gibi, falancayla veya filancayla evlenmemiz de aslında irade-i külliye’nin kalemiyle yazılır. Bu birrr. Konuyla ilgili çoook dua etmeliyiz. Burada ayrıntıya girip başınızı şişirmek istemem ama bunu böyle bilin; “Ben sevdim de aldım.” falan arz ettiğim gerçeğin ta kendisidir aslında.
İkinci olarak da aklınızdan çıkarmamanız gereken şey; Allah’tan hayırlısını istemektir. Ama ağzınızla değil, gerçekten isteyeceksiniz. Örneğin belki de çocuğunuzun bir âmâ ile yuva kurması kendisi için ve sizin için en hayırlısı olabilir.
Üçüncüsü, “uygun” kelimesini doğru anlamlandırabilmelisiniz, onun aslında tam karşılığının “küfüv” olduğunu bilmelisiniz. Buna göre de hareket etmelisiniz. Ayağınız 42 numaraysa 40 numara bir ayakkabıyı kullanamayacağınızı düşünün. Ama izansızlık, insafsızlık yapıp 44 numara bir ayakkabı almaya da kalkışmayın. Ayakkabıya da yazık olur.
Ve sıfırıncı madde (Ben özellikle sona sakladım.) ise Efendiler Efendisi’nin mübarek ağızlarından dökülen şu ölçüdür: "Kadınlarla dört hasletleri için evlenilir: Malı için, asaleti için, güzelliği için ve dini için. Sen dindar olanı tercih et, mesut olursun."( İbni Mâce, Nikâh: 6.)
Evlilik, evli olmak, üzerinde çoook dikkatli bir şekilde durulması gereken bir olgudur. Bunun böyle olduğunu pek çoğunuz benden daha iyi bilirsiniz. Ama evlenmek için adım atmaya kalkışıldığında bol bol hatalar, yanlışlar yapılır.
Seksenli yıllarda dershane öğretmeniydim. Benim branşımdan bir stajyer arkadaş da aramıza katıldı. Adını vermek istemediğim bu stajyerim, epeyce cins bir tip idi. Dershanemizde çalışması, ben farkındaydım, bakanlık bünyesinde atanamayışındandı, başarılı bir öğretmen portresi de çizemiyordu... Bir müddet sonra, bizlerden, evlenebilmesi konusunda kendisine önayak olmamızı istedi. Kolları sıvadık. Diğer arkadaşların çabalarını anlatmayayım; ben iki ayrı aday için iki ailenin kapısını çaldım. Yanımda da bu stajyer ve ailesi olmak üzere. Ama olumlu sonuç alamadık. Stajyer’in ailesi öylesine bedevî ve öylesine patavatsız idi ki kız ve ailesi, görür görmez olumsuz cevabı yapıştırıyordu. İki girişimim de böyle sonuçlandı. Bizim arkadaşa gelince… İlginçtir, o da uygun bulmadığını söylüyordu. Oysa kapısını çaldığımız kızlar, hep kendisinin verdiği listedeki özellikleri taşıyan kızlardı.
Evet, bize bir liste yazıp vermişti. Evlenmek istediği kızda aradığı özellikleri, başlarına sıra numarası koyarak yazmıştı kâğıda. Kız, güzel olacaktı. BİRİNCİ madde buydu. Sonra diğer maddeler… dışarıya dikiş dikebilecek derecede terzilik bilecekti… başkalarına öğretebilecek derecede Kur’an okuyabilecekti… en az lise mezunu olacaktı… şimdi çoğunu hatırlayamıyorum. Ancak listenin son maddesi hiç çıkmıyor aklımdan: Abilerin kızları, özellikle tercihi idi. Ben, ilk önce bu “abiler” sözünü, bizim kullandığımız anlamıyla “birlikte takıldığımız sohbet grubuna gelenlerden” şeklinde anlamıştım. Okuyucularımızın içinde de herhangi bir sohbet grubuna takılanlar ve sözünü ettiğim terminolojiyi bilenler vardır, bana hak verirler sanıyorum. Ama öyle değilmiş efendim; bu kelimenin anlamı, “sohbete gelen VARLIKLI insanlar”mış. Sonradan anladım. Bu yüzden beğenmiyormuş gösterdiğimiz kızları. Bir gecekonduda ve bedevî göreneğiyle yaşayan ailenin veliahtı, gümüşlü zurna istiyormuş meğerse. Ayran bulamazken içmeğe… Dolayısıyla meseleye küfüv açısından yaklaşan bizler, arkadaşı evlendirmeyi başaramadık.
Aradan bir zaman geçti. İstanbul’daki bir kurumda göreve başladı. Orada, çevresinde sözü dinlenen bir kişiye de aynı istekle başvurmuş. Ama bir farkla: Kendisi bir kız belirlemiş, o kızla evlenmesini sağlaması için o şahsın kapısını çalmış. O kişi bakmış ki kız Kaf Dağı’nda, bizimkinin ise durumu malum. Yine de Allah rızası için yardım edebilme gayretiyle, beyefendinin klâsına uygun düşebilecek bir kızı önermiş. Şayet niyet ederse yardımcı olabileceğini de belirtmiş. Bizimki, onlarca kapı çalıp bitkin düşmüş olmanın çaresizliğiyle kabullenmiş. Ben eminim, şayet arada o saygın kişi bulunmasaydı bu kızı da zât-ı âlîlerine vermezlerdi. Sonunda o kızla evlenmiş.
Daha sonra kendileriyle ailecek birbirimize birkaç kez gidip geldik. Rahmetli eşim çok beğenmiş, çok sevmişti gelini. (Rahmetli, bir insanı beğeniyorsa, o insan gerçekten çok iyi birisi çıkıyordu. Emin olun.) Bir müezzinin kızıymış. Çok iyi derecede Kur’an okumayı ve elbise dikebilecek kadar dikiş bilirmiş. Tertemiz, hanım hanımcık biriymiş. Gelinin saçlarının, doğal kınalı olduğunu da söylemişti Rahmetli. Daha sonra bir çocuklarının olduğunu da işittim. Ama ardından da boşandıklarını. Evet. Maalesef.
Evlenmelerinin üzerinden çok kısa bir zaman geçmişken, nice iyi ve değerli özelliklerinin bulunduğunu bildiğimiz geline, “Seni bana kakaladılar…” gibi sözler söylemeye, onu beğenmemeye, hakir görmeye başlamış… Kıymet bilmesi, Allah’a şükretmesi beklenirken… Gelinin erkek kardeşleri haddini bildireceklermiş, gelin engellemiş… Sonra… boşamış tazecik günahsızı. Tek çocukla mı, yoksa ikinci bir çocuk daha olmuş muydu, bilmiyorum. ÖKÜZZZ!
Evlâdını evlendirecek olanlar! Lütfen atacağınız adımları doğru atın. Öncelikle “Şöyle ya da böyle bir gelin veya damat istiyorum.” demeyin. Bir yandan evlâdınızın özelliklerini göz önünde bulundurarak kendisine küfüv bakımında yakışacak bir aday aramanızın uygun düşeceğini bilin. Kendi çocuğunuz konusunda da ayaklarınız yere bassın. Diğer taraftan da Allah’a hayırlısını vermesi için dualar edin. En hayırlısını O (Celle celâlüh) bilir. Ve sonra da O’nun nasip ettiği gelinin, damadın güzelliklerini, iyiliklerini keşfetmeye çalışın. Bir sabit fikirle aramaya koyulmadıysanız, Allah’tan hayırlısını istediyseniz, Allah’ın nasip ettiği gelinde, damatta mutlaka iyi ve değerli nice özellikler bulabilirsiniz. O özellikleri, o güzellikleri bulduğunuzda da kıymet bilin. Kıymet bilin ve Allah’a şükredin.
Ben öyle yapıyorum. Allah’tan hayırlısını isteyip duruyordum… bir gelin nasip etti Allah. Gelinimin birçok iyi ve değerli özelliklerini gördüm. Şimdi şükrediyorum. Kendisinin kıymetini de biliyorum. Bana, seyahat için gittiği Afrika’dan yolladığı bir mesajı, sizlerle paylaşacağım. Okuyunca sanırım siz de bana hak vereceksiniz:
{“Değerli Hocam, (Ben, böyle istiyorum; gelinimin, damadımın bana “baba” demeleri yerine “Serdar Hoca” veya kendilerinin hoşlarına gidecek bir hitapla seslenmelerini daha iyi buluyorum.)
Size bu satırları yazmaya niyet ettiğimde oldukça sakindim. Ama şimdi yazarken o kadar tedirgin bir vaziyetteyim ki.
Aynı şeyi sık sık yaşıyorum Hocam. Gerek söz olsun gerek davranış olsun, ortaya koyarken, niyet sürecindeki rahatlığım, sükûnetim gidiveriyor. Size karşı niyet ettiklerim ile sarf ettiklerim aynı olmuyor, Hepsini koca bir süzgeçten süze süze geçirmek gereğini duyuyorum. Şu an bu satırları yazarken bile "Acaba tüm yazdıklarımı silip bu sayfayı kapatsam mı?" diye bir kaç defa geçirdim içimden. Kendimi sizin gibi önemli bir şahsın gelini olduğum için çok şanslı bir o kadar da sıkıntılı görüyorum. Kimi zaman içimden size koşarak sarılmak geliyor kimi zaman şakalaşmak... Ama sizi öncelikle saygıdeğer bulduğumdan, kendime çeki düzen vermek gereğini duyuyorum, bu duyguyla varıyorum yanınıza. Size karşı duyduğum bu saygının yanlış anlaşılmasından da endişe ediyorum aslında. Şöyle ki; Ben bu duyguları size, eşimin babası olmanız ile alakasız bir şekilde hissediyorum. Konumumdan, konumlarımızdan bağımsız olarak... Size duyduğum saygının buna yorulmasından kaygılıyım. Yazdıklarımı, anlatmak istediğim şeyi, bir öğrencinizin size karşı saygısını ifade etmesi gibi kabul edebilirsiniz. Sanırım bu son cümle ile söylemek istediğimi biraz anlatabilmişimdir.
Biliyorsunuz, Afrika'da yirmi gün geçirdim. Öncesinde sizinle yaptığımız söyleşiler bana ışık tuttu. Seyahatime sizin söylediğiniz gibi ibadet niyeti ile başladım, öyle kabul olur inşallah. Birçok güzellik ile beraber birçok gerçeklik ile karşılaştım. Uçaktan iner inmez inanılmayacak yoğunlukta bir nem ile karşılandım, Afrika'nın, onu ziyarete gelen yabancılarına ilk hediyesi; yoğun nem. Sonrasında ne güzellikler ne güzellikler... Birçok yer gezdim, birçok yer gördüm. Okyanus'ta avlanmış balık yedim, bisap içtim, bui tattım, kaju çıtlattım. Ama en güzeli, uzun bir yürüyüş sonrası karşılaştığım baobap ağaçları idi. Sizinle Küçük Prens’i kısa bir süre önce okumuşken, sesiniz henüz kulaklarımı terk etmemişken, açıklamalarınız aklımın derinliklerine gömülmemişken (Öyle derinlik falan dediğime bakmayın hocam, aklım küçük bir çocuğun diz boyu kadar sığdır.) canlı kanlı koca baobap ağaçlarını görmek, onlara dokunmak... Gözlerim doldu inanın Hocam. Her ağaçta, yol boyunca istisnasız her birinde sizi gördüm. Kim benim kadar şanslı olabilirdi ki? Küçük Prens kitabını Serdar Hoca'dan dinleyip akabinde kitapta insanın kötü huyları olarak örneklendirilen, önlemi alınmazsa iyice kök salacakları belirtilen koca baobap ağaçlarını canlı canlı görmek... Allah'ın sevgili kulu olmak böyle bir şey mi acaba? Son olarak, buradaki insanlardan bahsedip bitireceğim yazımı; Siz benden iyi biliyorsunuzdur bu topraklardaki açlığı, imkânsızlığı, zorluğu... Yakıcı Güneş'in uzun süre batmadığı, temiz suyun yeni yeni edinilebildiği bu yerde, her şeye rağmen, her köşe başında, kumlu yollarda, bozuk kaldırımlarda, hatta cadde ortalarında seccadesini yere atıp namaz kılan Müslümanları gördükçe şaşırdım kaldım. Sonra da neden şaşırdığımı sorguladım. "Müslüman" bir ülkede yaşayan bir Müslüman olarak ...
Kusurlarımı görmezden gelin lütfen hocam. Ellerinizden öperim. Canan Özmilli”}
İzninizle şöyle sesleneceğim kendisine: EVLÂDIM!!! KIYMETİNİ BİLİYORUM VE SENİ AİLEMİZE KATTIĞI İÇİN ALLAH’A ŞÜKREDİYORUM. Değerli okuyucularıma da tavsiyemi tekrarlayayım: Samimi olarak hayırlısını Allah’tan isteyiniz. O’nun verdiğinin de kıymetini biliniz.
EŞ SEÇİMİNDEN ÇEYİZ HAZIRLIĞINA, DÜĞÜN ŞEKLİNE, KARŞILIKLI İLİŞKİLERE KADAR EVLİLİKLE İLGİLİ HER KONUDA YARATICIMIZIN GÖSTERDİĞİ YOLDAN SAPILMASINA; DOĞRUNUN, GÜZELİN, KOLAYIN, MANTIKLININ DIŞINA ÇIKILMASINA hayır.
Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.
R. Serdar Özmilli
Yazılarınızı dikkatle okuyorum, faydalanıyorum.Teşekkürler