Gururlu bakışla çıkma karşıma
Dimdik duran başın yere eğilsin
Bitti aşk pazarım girme çarşıma
Sen benim aşkıma lâyık değilsin
EYYÜHEL EVLÂD! (EY ÇOCUKLARIM!)
Farkına varamayanlar, kabullenmek istemeyenler bulunsa da insan bu dünyada sınavdadır. Sınav sorularının bir bakıma tamamı onun fıtratına dercedilmiştir. Fıtratlara yazılmış bu soruların bir kısmı, bir kısmına nispeten kolaydır. Fakat bazıları da vardır ki zorun zorudurlar. Örneğin; hırs, haset, kin, bencillik, tembellik... Bunların içinde GURUR-KİBİR adlı soru ise tam bir baş belâsıdır. Kâinâtı, insanı ve fıtratı Yaratan da böyle olduğunu elbette bildiği için, sınavdakileri, Kitab’ıyla ve Elçi’siyle uyarmaktadır:
“Bizim âyetlerimize ancak, kendilerine bu âyetlerle öğüt verildiği zaman secdeye kapanan, kibirlenmeksizinRablerine hamd ederek tesbih edenler inanırlar.” (Secde, 15.)
“Mesih de, Allah'a yakın melekler de, Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim Allah'a kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, onların hepsini huzuruna toplayacaktır.” (Nisâ, 172.)
“Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisâ, 36.)
“Şüphe yok ki Allah, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları hiç sevmez.” (Nahl, 23.)
“Kibirlenip de insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah; kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri aslâ sevmez.” (Lokmân, 18.)
“Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol.” (Hicr, 88.)
“Haydi, içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!” (Nahl, 29.)
“Onlara; «İçinde ebedî kalacağınız Cehennem’in kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri ne kötü!» denilir.” (Zümer, 72.)
“İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuk yapmayı istemeyenlere nasîb ederiz. Sonunda kazançlı çıkanlar, fenalıktan sakınanlardır.” (Kasas, 83.)
“Kalbinde hardal tanesi kadar îman olan hiç kimse, Cehennem’e girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan hiç kimse de Cennet’e giremez.” (Müslim)
“Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zâlimler grubuna kaydedilir. Böylece zâlimlere verilen ceza ona da verilir.” (Tirmizî)
“Allah bana, mütevazı olup birbirinize karşı övünmemenizi ve birbirinize karşı haddi aşan davranışlarda bulunmamanızı vahyetti.” (Müslim)
“Süs ve gösteriş için giydiği elbiseyi üstünden çıkarmadığı müddetçe, Allahü teâlâ ona rahmet etmez. Allahü teâlâ, mütevazı elbise giyineni sever.” (Taberânî)
“Elbisesini kibirle yerde sürüyen kimseye Allah merhamet nazarıyla bakmaz.” (Müslim)
“…Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye kötülük olarak yeter…” (Müslim)
“...Allah için tevazu gösteren kişiyi Allah ancak yüceltir.” (Müslim)
“Başkanlığı, emir vermeyi seven, iflâh olmaz.” (Fudayl bin İyad)
“GURUR” ve “KİBİR” kelimeleri, anlamdaş kelimelerdir. Bu ikisinin, anlamdaşı olmadığı hâlde huyu suyu onlarınkine benzeyen bir kardeşleri daha vardır: “UCB”. Gurur’un (kendini başkalarından üstün görme) gerçekleşebilmesi için, başka insanların varlığı gereklidir fakat başka insanların bulunmadığı bir vasatta da ucb(kendini beğenme) duygusu yaşanabilir. “GURUR” ile “ONUR” kardeş sanılmamalıdır. Zaten birbirlerinden çok farklı kişiliklere sahiptirler. Onur, insanın saygınlığıdır, şerefidir, haysiyetidir. GURUR’u VAKAR ile de karıştırmamak lâzımdır. VAKAR; sululuk-zevzeklik yapmama, ağırbaşlı olma, haysiyete(onura) zarar verecek tutum ve davranışlarda bulunmama anlamına gelir. UCB ve GURUR’un bulunduğu yerde, TAHKİR, İSTİHZA, KAPRİS, İHTİRAS, İNAT, ZULÜM ve benzeri diğer aşağılıklar da arz-ı endâm ederler. İFTİHAR kavramına da dikkatli yaklaşılması gerekir.
Âyet ve hadislerden anlıyoruz, gururun iki şekli vardır: Birisi, Şeytan’ın ve ona uyan insanın Allah’a karşı sergiledikleri gurur; diğeri ise insanın insan(lar)a karşı sergilediği gururdur. Semâvî Söylem ikisini de lânetlemektedir. İkisi de baş belâsıdır ama kötünün kötüsü olan, elbette birincisidir. Çünkü gurura lâyık, ancak Allah’tır. Bunun böyle olduğunu biz kullar, ibâdetlerimizle ortaya koyarız. Namazda vücudun aldığı şekiller de bunun bir göstergesidir. Allah mutlak gurur sahibidir ve Gayyûr’dur. Gururluyu aslâ sevmez. Ve zâten O’na karşı gurur sergilemeye ne kimsenin hakkı vardır ne de buna cür’et etmek kimsenin haddinedir. Evet, Her şeyi Yaratan’a karşı gurura kalkışmak, ancak (gururundan dolayı Âdem’e secde etmesi emrine uymayan) Şeytan’a ve onun ahmak tilmizlerine yakışır ki şimdi benim konum bu değildir. Ben, insanın insana karşı sergilediği gurura değişik bir açıdan bakmaya çalışacağım:
Bir insanın kendisini üstün ve faziletli sanıp başkalarını daha aşağıda görmesi, erdem yoksunluğudur. Hem bireysel açıdan hem toplumsal açıdan, büyük sorunların önemli bir sebebidir. Gururun pençesine düşmüş insanlara göre kendileri değerli, başkaları değersizdir. Her yüksek makama onlar layıktırlar. Her yaptıkları iyidir, hattâ yaptıkları yanlışlar bile fazilettir. Emir almaktan hoşlanmaz, eleştirilmekten nefret ederler. Hatalarını kabul etmek istemez ve özür dileme erdemini göstermezler.
Bir Müslüman, olsa olsa, Allah’a îmanının yüceliğini göstermek bakımından, kâfir karşısında gurur sergileyebilir. Zâlimler karşısında da gururla dik durmak, bir erdemdir. Gururlunun karşısında mütevazı olmak ise doğru bir davranış sayılamaz. Fakat her Müslüman, diğer insanlara, özellikle de mü’minlere karşı mütevazı olmak zorundadır. Üst makama ve yetkiye sahip olanlar, üstün fiziğe sahip olanlar, üstün bilgi ve becerilere sahip olanlar, zengin olanlar, kendilerinden aşağı durumda olanlara gurur gösterirlerse bu, bir açıdan zulüm olur. Günümüzde, cumhurbaşkanından âmire, müdüre, patrona kadar, yöneticilerin gururundan, tekebbüründen rahatsız olmayanımız, şikâyetçi olmayanımız var mıdır? (Dikkat ediniz; “vakar” demiyorum.) Fakat yönetilenlerin yöneticilerine, emir altında olanların âmirlerine, öğrencilerin öğretmenlerine, câhillerin âlimlere, gençlerin yaşlılara, evlâtların anne babalarına karşı gururlu davranmaya kalkışmaları da anarşi olur. Ki onların buna hiç de hakları yoktur.
(Gerçek) mâneviyat büyüklerinin hepsi, gurura, tekebbüre düşmekten çok korkmuşlar, bu doğrultuda dualar etmişlerdir. Kerâmetlerini gizlemişler, kendilerine övgü yağdıranlardan uzak durmuşlardır. Çoğu mahviyet içinde fakir yaşamış, mütevazı(hattâ yamalı) giyinmiş, az yemiş, az uyumuşlardır. Çünkü, Mün’im-i Hakiki’yi hesaba katamayanlar için, şöhret, makam, zenginlik, güçlülük, yakışıklılık, hattâ ilim bile, gurura açılan birer kapıdır. Osmanlı padişahlarında gördüğümüz çok ibretlik bir uygulama vardı, bilirsiniz: Cuma selâmlığında, bir münâdî, padişahın da duyacağı şekilde; “GURURLANMA PADİŞAHIM, SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR!” diye bağırırdı. Tabi bunu, günümüzdeki şan ve itibar tutkunu padişahlara yapamayız. Hem sesimizi duyuramayız hem de cezalandırılırız.
Asıl konuma geleyim: Aile içinde, erkeğin karısına, kadının kocasına karşı gurur sergilemeleri... Somunun civataya, civatanın somuna karşı gurur sergilemesi... Bunların ikisi de lânetliktir. Belki de bireysel ve toplumsal felâketlerin ana kaynağıdır. Ve zâten günümüzde aile içi depremlerin de baş sebebi budur. Peygamber Efenimiz’in Hazret-i Ayşe ile koşu yarışması yaptığını, torunlarıyla oyunlar oynadığını hepimiz biliyoruz. Demek ki âilenin reisi erkek, karısı başta olmak üzere âile fertlerine karşı gururla değil, tevazu ile, şefkat ve merhamet ile muamele etmelidir. Aksi tutum ve davranışlar sergileyen erkek, hem ahmaklık hem de zulüm yapmış olur. Şu âyet ve hadis-i şerifleri hatırlayınız: “Ey iman edenler, kendinizi ve ehlinizi, yakıtı insanlar olan Cehennem ateşinden koruyunuz.” (Tahrîm 66/6) “Sizin en hayırlınız, eşlerine en hayırlı olanınızdır.” (Tirmizî, Ahmed b.Hanbel.) “Kadınlar hususunda Allah’tan korkun. Çünkü siz onları Allah’ın emaneti olarak aldınız.” (Ebû Davud, İbn Mâce, Dârimî.) Kaldı ki “âile reisliği” yalnızca verilmiş bir görevdir; bir gururlanma sebebi sayılamaz.
Fakat gurur konusunda daha önemlisi ve günümüzde daha baş belâsı olanı, kadının kocasına karşı gurur sergilemesidir. Dikkat ediniz lütfen; NAZ’dan değil GURUR’dan söz ediyorum! Kadının gururu, kocaya itaatin önünü kesmekte; hırçınlaştırmakta, küstahlaştırmakta, şirretleştirmekte, onu âsî bir derebeyine dönüştürmektedir. Yuvaların yıkılmasında bunun büyük rolü bulunmaktadır. Müslüman kadınlar, Allah’tan gerçekten korkuyorlarsa, bazılarını sonraki yazımda arz edeceğim şu âyet ve hadisleri dikkatlice okusun ve anlasınlar:
“Erkeklerin, kadınlar üzerinde ma’rûf hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre bir derece fazladır. Allah mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara: 228)
“İyi (sâlihâ) kadınlar, kocalarına uyar. Bulunmadıkları zaman, Allah’ın yardımıyla, (kocalarının) korunması gereken şeylerini (mal, nâmus) muhafaza ederler. (Nisâ: 34)
“Eğer kocanın izni olmadığı hâlde kocasının evinden çıkarsa, eve dönünceye veya tevbe edinceye kadar melekler o kadına lânet okurlar. (Beyhâkî)
“İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.” (Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ahmed İbni Hanbel, İbni Mâce)
Bütün bu uyarılardan sonra, nutistlerin ağızlarındaki “Eşini değiştirmeye çalışma!” sözü masaya yatırılmalı; kadının kocasına karşı gurur sergilemesinin mahsurları ve sebepleri ciddî bir şekilde araştırılmalıdır. Vesselâm.
GURURA, ÖZELLİKLE DE KADININ KOCASINA KARŞI SERGİLEDİĞİ GURURA hayır.
Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.
R. Serdar Özmilli