İtiraf etmeliyim ki Nikos Kazancakis, bugüne kadar baştan sona bir kitabını okuduğum ilk Yunan yazarı oldu. Ancak Yunan kültürüne olan ilgim ve sevgim yeni değil. Sevdiğim pek çok Yunan sanatçı var; örneğin, telefonumda en çok dinlenen müzikler arasında Evanthia Reboutsika yer alır. Şu an bu yazıyı yazarken bile bilgisayarımda onun "Carousel" parçası çalıyor. Geçtiğimiz sonbahar dünyaya veda eden Mikis Theodorakis de en sevdiğim müzisyenler arasındadır. Keman dinlemek istediğimde İranlı sanatçı Farid Farjad, klarnet içinse Yunan sanatçı Vassilis Saleas ilk tercihlerimdir.
Bu girişle Zorba romanına neden mi bağlanıyorum? Yunan toplumuna, kültürüne ve edebiyatına karşı bir önyargım olmadığını, hatta bu kültüre karşı duyduğum hayranlığı belirtmek istedim. Aynı hayranlığı Yunan yönetmen Theo Angelopoulos’un filmlerine de besliyorum. "Leyleğin Geciken Adımı", "Ulis’in Bakışı" ve "Puslu Manzaralar" gibi filmleri uzun uzun konuşmaya değer. Bu eserler üzerinden ileride sizlere bir analiz sözü veriyorum.
Şimdi, bu uzun girişten sonra Kazancakis’in Zorba romanına geçelim. Yazar, önsözde şöyle der:
“Çok sevdiğim bir işçi olan Aleksi Zorba’nın hayatını ve yaşama düzenini yazmayı çok kez istemişimdir. Hayatımda bana en çok iyiliği dokunan şeyler, gezilerle düşler olmuştur. Ölü ya da diri insanlardan, savaşmamda bana yardım edenler çok azdır.”
Kazancakis, ruhunda iz bırakan bir karakter olan Aleksi Zorba’yı anlatmaya böyle başlar. Daha ilk satırlarda yazarın coşkulu ve samimi üslubu, okuru içine çeker. Zorba’nın bizim dilimizdeki "zorba" sıfatıyla bir ilgisi olmadığını hemen anlarsınız. Kazancakis’in şu sözleri bu bağlamda çarpıcıdır:
“Eğer bugün dünyada bir ruh kılavuzu, Hintlilerin dediği gibi bir guru, Aynaroz papazlarının dediği gibi bir yeronda seçmem gerekseydi, kesinlikle Zorba’yı seçerdim. Çünkü mürekkep yalayan bir insanın kendini kurtarması için neye gereksinimi varsa, hepsi onda vardı.”
Kazancakis, 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmiş, ancak ödülü bir oy farkla Albert Camus’e kaptırmıştır. Camus ise bu ödülün Kazancakis’e verilmesi gerektiğini ifade ederek bir edebi hakkaniyete işaret etmiştir. Bu bağlamda, Zorba, aslında pek çoğumuzun olmak isteyip bir türlü olamadığı özgür bir ruhun hikâyesini anlatır. Geçmişte takılıp kalmayan, geleceği umursamayan, hayatın tam da içinde bir karakterdir Zorba. Onun hayata dair özgün tespitleri ve yaşama sevinci, okuru hem düşündürür hem de şaşırtır.
Kazancakis’in Girit’teki mezarında yazan “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, ben özgürüm.” ifadesi ile Zorba’nın duruşu arasında güçlü bir bağ vardır. Hayata böylesine cesurca bakabilmek pek az insana nasip olur. Kitap boyunca iki baskın karakterle karşılaşırsınız: Zorba ve anlatıcı. Anlatıcının ismi verilmez; sadece “patron” olarak anılır. Patron, paraya kıymet vermez, kitaplara düşkündür ve dünyayı onların sayfalarından görür. Zorba ise “kendini bilen”, “kendini okuyan” bir karakterdir. Yunus Emre’nin şu dizeleri Zorba’yı özetler gibidir:
“İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır?”
Kazancakis’in üslubu ise neredeyse şiirseldir. Kitabı okurken âdeta yazarla oturmuş bir çay içiyor gibi hissedersiniz. Descartes’ın “İyi kitaplar okumak, geçmiş yüzyılların en seçkin insanlarıyla sohbet etmek gibidir.” sözünü hatırlatır. Zorba, her yaştan okuyucuya umut veren bir ihtiyardır. Hayatı ertelemeyen, nefretten uzak duran, istediği zaman dans eden, gülen ve ağlamaktan çekinmeyen bir ruhtur. Onun gibi karakterlere, gerçek hayatta ne kadar ihtiyacımız olduğunu fark edersiniz.
Ancak Zorba’da beni rahatsız eden bir detay vardı: kadına bakış açısı. Aynı dönemde yazılan Türk edebiyatından Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü romanında gördüğümüz güçlü kadın profiline burada rastlayamayız. Irazca gibi mücadeleci kadınlar yerine, Zorbadaki kadınlar pasif, klişe karakterlerle sınırlıdır. Bu durum, kadın okurları daha fazla rahatsız edebilir.
Zorba, 1964 yılında Mihalis Kakoyannis tarafından "Alexis Zorbas" adıyla sinemaya uyarlanmış ve büyük beğeni kazanmıştır. Filmin müzikleri Mikis Theodorakis tarafından bestelenmiş, başrollerinde ise Anthony Quinn, Alan Bates ve Irene Papas yer almıştır. Kitabı bitirir bitirmez filmi izledim ve özellikle Anthony Quinn’in deniz kenarındaki halayı andıran dansı beni gülümsetti. Üç Oscar ödüllü bu yapım, Zorba’nın coşkusunu beyaz perdeye taşımayı başarmıştır.
Kazancakis, kitabında yalnızca bir hikâye anlatmaz; aynı zamanda hayata dair felsefi bir tartışma yürütür. Zorba’nın şu sözleri, onun hayat anlayışını özetler:
“Kendini kurtarmanın tek yolu, başkalarını kurtarmak için çabalamaktır.”
Bir diğer etkileyici pasajda ise Zorba, insanın kendi doğasını nasıl kabul etmesi gerektiğini şu sözlerle ifade eder:
“İnsan bir ağaç gibidir. Neden kiraz vermiyor diye incir ağacını azarladığın oldu mu? Öyleyse sus!”
Kazancakis’in Zorba eseri, yalnızca edebi bir başyapıt değil, aynı zamanda hayata dair derin bir rehberdir. Hayatı ertelememeyi, nefreti geride bırakmayı ve özgürlüğün dansını yaşamayı bize hatırlatır.
Teşekkürler