Pek çok romanı Türkçemize kazandırılan İngiliz yazar Jeanette Winterson, “Kitaplar ve kapılar aynı şeydir. Açarsın ve başka bir dünyanın içine girersin.” der. Kitaplarla kapılar arasında bir benzerlik kurarak kitapların da kapılar gibi yeni ve başka bir dünyaya açılmamızı sağladığını belirten yazar, orijinal adı “Oranges Are Not the Only Fruit” olan ve Sevin Okyay tarafından “Tek Meyve Portakal Değildir” adıyla Türkçeye çevrilen bu eseri ile 1985 yılında "en iyi ilk roman" dalında Whitbread Ödülü'nü kazanır. Roman, 1990 yılında yazarın kendisi tarafından aynı isimle televizyon dizisi olarak uyarlanır ve dizi "en iyi drama" dalında BAFTA Ödüllerine layık görülür.
Kitaplarla arayı iyi tutmak yapaylık değil, tastamam doğallıktır. Kitaplar sadece doğal hâllerin yazı adını verdiğimiz şifreyle başkalarına gönderdiğimiz mektuplardır. Kendi duygu ve düşüncesine, ruh iklimine yakın bulan herkes o şifreyi çözmek için sayfaların arasında dolanır, kimi zaman hayretle kimi zaman ibretle kimi zaman zevkten dört köşe, kendinden geçmiş bir vaziyette bulur kendini. Kitaplarla hemhal olmanın asıl amacı da aslından kişinin kendini bulması ve kendini keşfetmesidir.
Her okuma, aslından kişinin kendine düzenlemiş olduğu anlamlı bir seferdir. Bu seferde âlemde ne var, âlemde kendinden ne var, kendinde âlemden neler var onu bulmaya çalışır insan. Bunun yanında âlem ile kendi arasında nasıl bir ilişkinin ve etkileşimin var olduğunun da farkına varır. Bu bir bakıma kişinin varlığını, varoluş süreçlerini bilmesi; varlığını kâinat ve Yaratıcı karşısındaki durumunu aşikâr etmesidir. Kadim zamanlardan gelen, kimi kaynaklarda hadis olarak da nakledilen bir söz olan “Nefsini bilen, Rabbini bilir.”in ayan beyan ortaya koymasıdır.
***
Önceki yazılarımda da ifade ettiğim kitaplarla, kitabevleriyle ve kitabevi sahipleriyle münasebetim ve etkileşimlerimi bu yazılarımla da aşikâr etmeye devam ediyorum.
Erzurum Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü birinci sınıf öğrencisiyim, yıl 1985-86. Derslerimize Türkoloji sahasında Türkiye’nin önde gelen Hocaları geliyor. Bunun o dönemde çok da farkında değiliz. Türk Halk Edebiyatı dersimize de kibar ve beyefendiliğinin yanı sıra izzetli, bilgilerinden emin bir kişiliğe sahip saygıdeğer Saim Sakaoğlu Hocamız geliyor. Ders anlatımlarında kibarlığı, beyefendiliği, etkileyici yumuşak ses tonu ile halk edebiyatı sahasında yapılan ve yaptırdığı çalışmaları ve çalışma usullerini anlatıyor. Bir yandan da o saha ile ilgili almamız gereken kitapları belirtiyor, bazılarını kendisi getirtiyor, bize doğrudan ulaştırıyor.
Kendisinin temin ederek bizlere doğrudan ulaşmasını sağladığı kitapların takibi yapma konusunda Saim Hocam beni görevlendirmişti. Bu görevim dolayısıyla bana her ne zaman “mümessil” diyerek hitap ederdi, “kitap temsilcisi, başkanı” yani. Kitaplarla haşır neşir olmayı seven biri olarak bu sıfatla nitelenmem, beni ayrı bir mutlu kılmış ve sayın Hocam ile aramda sevgi bağının oluşmasına vesile olmuştu. Yıllar sonra 2004 yılında “Meşhur Şairlerden Meşhur Şiirler 1-2” adlı bir antoloji/seçki hazırlamıştım. Bu kitabımı yayınevinin Konya Temsilcisi, o dönem Selçuk Üniversitesinde ders vermeye devam eden Saygıdeğer Saim Hocama ulaştırmış. Kitabın iç kapağında benim adımı görünce vefa gösterip unutmamışlar. Yayınevi temsilcisi vasıtasıyla bana ulaştılar. Saim Hocam, yine etkileyici ve kibar ses tonuyla öncelikle tebrik ve teşekkür ettikten sonra bir de sitemini iletmişti. Demişti ki -Allah selamet versin- “Hüseyinciğim, çok güzel bir eser hazırlamışsın. Tebrik ederim. Ama ben niye yokum burada?..” Sayın Hocamın bu mealde sitem kokulu beyanlarda bulunmasından elbette hakkı vardı. Hocam “ben” derken ömrünü verdiği halk edebiyatı sahasının halk şairlerinden örnekleri kastediyordu. Hocam kısmen haklıydı. Çünkü, kitap çok hacimli olmaması ve daha kısa sürede yayımlanması için yayınevi dosyayı teslim etmemi istemişti. O bakımdan, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Nesimi, Hacı Bayram Veli, Niyazi Mısri, Erzurumlu İbrahim Hakkı vb. tasavvufi halk şairlerimizin şiirlerinden örnekler vardı ama Karacoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Dertli, Sümmani, Âşık Veysel gibi ozanlarımızın şiirlerini kitabıma alabilmiş değildim.
***
Fakülteden mezun olduktan sonra mesleğimi icra etmeye “Doğu’nun Parisi”nde, Diyarbakır’da başladım. Diyarbakır nice kültürlere beşiklik eden kadim kentlerden biri. Diyarbakır benim için yeni bir yer, meslekte de ben çok yeniyim. Türlü türlü kaynaklara ihtiyacım var. Ama şu da var ki kaynaklarımız bugüne yok denecek derecede az. Başkasına hazırlatılmış, alanının uzmanı olmayan ama adını sınavlara hazırlık sahasında duyurmuş bir isimle yayınlanmış bir iki eser var sadece. Onun da dağıtımı çok iyi yapılmıyor ki ben genel dil bilgisi kurallarından bahseden Tahir Nejat Gencan’ın hazırladığı “Dil Bilgisi” kitabından hazırlanarak derslerimi anlatıyorum. Kitap, Türkçenin “gramer bilgisi” açısından önemli bir eser ama bu “sınavlara hazırlık” bağlamında iyi olduğu anlamına gelmiyordu. Onun için bir tecrübi bir akla ihtiyaç duyduğum anlar, konular oluyordu. Bu ihtiyacımı da -Allah selamet versin- hafta sonu gruplarına ders anlatmaya gelen her bakımdan önder bir kişiliğe sahip, ilmi bakımdan da kendini oldukça yetiştirmiş Üsame Çubukçu Hocamı saygıyla anmalıyım, onun bilgilerinden çok istifade ettim. Allah razı olsun. O dönemde henüz fakültede talebe olsa da bilgi alışverişinde bulunduğumuz, kıymetli bilim insanı M. Sarı Bey’i de anmadan geçemem.
Geçmiş zaman, Diyarbakır’da elbette zaman zaman uğradığım Himmet, İslam vb. başka kitabevleri de vardı. O kitabevlerinden, merak edip Kürtçe dil öğretimi sahasında yayımlanmış, küçük küçük kitaplar da satın almıştım. Bugünkü aklım olsaydı Kürtçeyi de esaslı bir biçimde öğrenirdim. İhmalkârlık kötü bir şey. Elin yabancısı gelip öğreniyor. Biz bir arada yaşadığımız hâlde neden öğrenemiyoruz; ihmalkârlık…
Diyarbakır’da, o dönemde, geniş ve ferah bir ortamda hizmet veren TDV Yayınevi’nin satış yeri aklımda daha çok yer etmiş. Ara sıra oraya gider, yeni çıkan kitapları takip ederdim. TDV İslam Ansiklopedisi ciltlerini o dönemde almaya başlamıştım. Bu kıymetli çalışma ile ortaya konan muhteşem eseri tamamlana kadar almaya devam ettim. Ne kadar kullanabildiğim, okuyabildiğim ayrı bir mesele. Ama zaten bu meseleyi Umberto Eco’nun çözmüş olduğunu önceki yazılarımda ifade etmiştim.
İki yıl Diyarbakır’da, oranın hasbi, vefalı gençlerine eğitim öğretim hizmeti vermenin ardından yine özgün kültürleriyle kendine âşık eden Elaziz’e (Elazığ) geçtim. Elazığ gerçekten çok farklı şehir; insanıyla, kültürüyle, havasıyla suyuyla… Elazığ sonradan kurulmuş bir şehir. Şehrin aslı, esas tarihi bugünkü Elâzığ’a tepeden bakan bir şehir Harput… 19. yy’da yaşanan depremlerden sonra Sultan Abdülaziz döneminde “Mamuratü’l-Aziz” adıyla kurulmuş, II. Meşriyet’in ilanından sonra sadece “Elaziz” olarak kullanılmaya başlanmış, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937 yılında şehri ziyaretlerinde şehrin adı “azık ili” anlamında Elazığ olarak değiştirilmiştir.
Elazığ’da dört yıl kaldım; insanlarının samimiyeti, ilgisi, alakası, musikisi, havası ile ruhuma ayrı bir etkisi söz konusudur. Harput Geceleri adıyla Enver Demirbağ’ın çıkardığı musiki kasetleri vardı ki hâlen kitaplığımdadır, zaman zaman teypten dinleyerek tatlı nostaljiler yaşarım.
Geçmiş zaman, her şeyi hatırlamak, hatırlarda tutmak mümkün olmuyor. Elazığ’da kitabevlerinden hatırımda sadece Derya Kitabevi kalmış. Şimdi olmasa da 1995’ten sonraki yıllarda kitabevinin sahibi A. Tuncer Bey’le zaman zaman görüşmüş olmamın etkisi de büyük ki Derya Kitabevi’ni unutmamışım.
Yaşadıklarımdan çıkardığım bir sonuç: Kitabevleri hem müşterilerine sahip çıkmak hem de geleceğe kalmak istiyorlarsa bir köşesinde okurların/müşterilerin oturup kitap okuyabilecekleri bir alan oluşturmalarında büyük yarar var. Okur bir yandan kitapların âlemine kapı aralarken diğer yandan da kitabevini gönüllerine buyur ederler ve kitabevleri gönüllerinin ebedi mükimlerinden olurlar. Güzel bir gönlün misafiri hatta mukimi olmak az buz bir şey midir?
Ben kitapları çok severim ve onlarla zamanın nasıl geçtiğini bilemem. Sanıyorum bunu Cemil Meriç’in şu sözü iyi açıklıyor: "Kitap bir limandı benim için... Ve kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim."
Yepyeni dünyalara kapı araladığınız kitaplarda kalınız; sağlık ve safalık ile!..
Kitaplar sessiz hocalardır. Elinize sağlık.