İlmi ve irfanı yüksek bir hoca, hükümdarın şehzadesine ilim öğretiyordu. Fakat onu çok sıkıştırıyor, aşırı azarlıyor, hatta zaman zaman dövüyordu.
Çocuk bir gün dayanamayıp babasına şikâyette bulundu. Sırtını ve kollarını açarak ezik ve çürüklerini gösterdi. Sultanın gönlü üzülmüş, kalbi burkulmuştu.
Hocanın bulunarak hemen huzuruna getirilmesini emretti. Adam apar topar bulundu ve huzura çıkarıldı. Sultan, kaşlarını çatarak şöyle köpürdü:
"Ey Hoca, sen halkın çocuklarına bile yakıştırılmayacak eza ve cefayı benim çocuğuma lâyık görüyorsun, bu nasıl iştir?"
Âlim şu cevabı verdi:
"Hoşa giden davranışlarda bulunmak, sözü düşünerek söylemek, saygı gören işler yapmak herkes için gereklidir. Ancak hükümdarlara mutlaka lazımdır. Çünkü sultanların elinden ya da dilinden ortaya ne dökülürse, her yere yayılır, herkesin ağzında dolaşır. Oysa halkın ne sözüne ne de işine pek kıymet verilmez. Eğer halktan birinin yüz yanlışı görülse, onların yüzde birini dostları dahi anlamaz. Ama sultanların tek bir yanlışı ortaya çıksa, o yanlış ülkeden ülkeye yayılır. Bu yüzden, yarının hükümdarı olacak şehzadelerin ahlâkını güzelleştirmek için, halkın çocuklarına harcanan emekten çok daha fazlası sarf edilmelidir."
* * *
Kişi çocukluğunda terbiye olmazsa, büyüdüğü zaman hiç terbiye edilmez.
Yaş çubuğu istediğin gibi eğip bükebilirsin, ama kuru çubuğu ancak ateş düzeltir.
Taze dalları doğrultmak mümkündür, ama odunu doğrultmaya çalışmak faydasızdır.
Şeyh Sadi, Bostan ve Gülistan’dan Seçme Öyküler, Haz. Can Alpgüvenç, Nesil Yayınları, İstanbul 2011
Bir beyit/şiir:
Vakt-i Hazan
Bitti bir rüyâ gibi gecelerim, gündüzüm
Şimdi vakt-i hâzanda hüsrân’a dönük yüzüm.
Can çekişen bir ömrün hasatından payıma
Düşen buruk tebessüm, hayat dolusu hüzün.
Yakar vuslat özlemi, yürek düşer sancıya
İner aşk sağanağı, yağar hicrânı gözün.
Sitemkârca dikilip durur dost kapısında
İmbiklerden süzülür, akar öz canı öz’ün.
Gönülde ki özlemler dönüşür de kelâma
Serencam kapısında inler tınısı sözün.
Yürekler sırılsıklam ıslanır hülyâlarla
Hayreti donakalır şaşkınlıklarla gizin.
Irmaklar inleyerek kururken yatağında
Sıkar öz boğazını girdapları denizin.
“Eyvâh” bir kor misâli düşüverir zamâna
Ateş, yârânı olur; tükenmeyen gündüz’ün.
Döndürür de yüzünü ümîdin ışığına
Emerek kaynağını ışır şafağı yüzün.
Yâr olursa inancı hesap vakti Yûsuf’a
Ateş’i gül’e döner; belâ yurdun da közün.
Yusuf Akyüz
Çocuk bir gün dayanamayıp babasına şikâyette bulundu. Sırtını ve kollarını açarak ezik ve çürüklerini gösterdi. Sultanın gönlü üzülmüş, kalbi burkulmuştu.
Hocanın bulunarak hemen huzuruna getirilmesini emretti. Adam apar topar bulundu ve huzura çıkarıldı. Sultan, kaşlarını çatarak şöyle köpürdü:
"Ey Hoca, sen halkın çocuklarına bile yakıştırılmayacak eza ve cefayı benim çocuğuma lâyık görüyorsun, bu nasıl iştir?"
Âlim şu cevabı verdi:
"Hoşa giden davranışlarda bulunmak, sözü düşünerek söylemek, saygı gören işler yapmak herkes için gereklidir. Ancak hükümdarlara mutlaka lazımdır. Çünkü sultanların elinden ya da dilinden ortaya ne dökülürse, her yere yayılır, herkesin ağzında dolaşır. Oysa halkın ne sözüne ne de işine pek kıymet verilmez. Eğer halktan birinin yüz yanlışı görülse, onların yüzde birini dostları dahi anlamaz. Ama sultanların tek bir yanlışı ortaya çıksa, o yanlış ülkeden ülkeye yayılır. Bu yüzden, yarının hükümdarı olacak şehzadelerin ahlâkını güzelleştirmek için, halkın çocuklarına harcanan emekten çok daha fazlası sarf edilmelidir."
* * *
Kişi çocukluğunda terbiye olmazsa, büyüdüğü zaman hiç terbiye edilmez.
Yaş çubuğu istediğin gibi eğip bükebilirsin, ama kuru çubuğu ancak ateş düzeltir.
Taze dalları doğrultmak mümkündür, ama odunu doğrultmaya çalışmak faydasızdır.
Şeyh Sadi, Bostan ve Gülistan’dan Seçme Öyküler, Haz. Can Alpgüvenç, Nesil Yayınları, İstanbul 2011
Bir beyit/şiir:
Vakt-i Hazan
Bitti bir rüyâ gibi gecelerim, gündüzüm
Şimdi vakt-i hâzanda hüsrân’a dönük yüzüm.
Can çekişen bir ömrün hasatından payıma
Düşen buruk tebessüm, hayat dolusu hüzün.
Yakar vuslat özlemi, yürek düşer sancıya
İner aşk sağanağı, yağar hicrânı gözün.
Sitemkârca dikilip durur dost kapısında
İmbiklerden süzülür, akar öz canı öz’ün.
Gönülde ki özlemler dönüşür de kelâma
Serencam kapısında inler tınısı sözün.
Yürekler sırılsıklam ıslanır hülyâlarla
Hayreti donakalır şaşkınlıklarla gizin.
Irmaklar inleyerek kururken yatağında
Sıkar öz boğazını girdapları denizin.
“Eyvâh” bir kor misâli düşüverir zamâna
Ateş, yârânı olur; tükenmeyen gündüz’ün.
Döndürür de yüzünü ümîdin ışığına
Emerek kaynağını ışır şafağı yüzün.
Yâr olursa inancı hesap vakti Yûsuf’a
Ateş’i gül’e döner; belâ yurdun da közün.
Yusuf Akyüz