Said bin Yerbû’, tam yüz yirmi dört sene yaşayan bahtiyar sahabilerden biridir. Edep ve terbiye timsali olan bu büyük zata bir gün Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona şöyle bir soru sormuştu:
– Hangimiz büyüğüz Said?
Bilinen edep ve terbiyesiyle cevap vermişti Said:
– Siz büyüksünüz, ben ise sizden yaşlıyım yâ Resûlallah.
***
Her yaşlı gibi işte bu Said bin Yerbû’da, Halife Hazreti Ömer zamanında gittiği yolu seçemez duruma girmiş, camiye gidemez hale gelmişti. Halbuki Said camiyi ve cemaati asla ihmal etmezdi. Bir gün onu cumada göremeyen Halife Hazreti Ömer sordu:
– Ey Said, sen kolay kolay camiyi, cemaati ihmal etmezdin, hâlbuki seni cumalarda da göremez olduk, hikmeti ne ola ki?
Büyük sahabi gözlerini göstererek cevap verdi:
– Artık iyice yaşlandım, gözlerim bastığım yeri seçemiyor, gideceğim yolu da bulamıyorum. Camiye gelemeyişim bundandır ey müminlerin emiri!
Bunu duyan halife derhal emir verdi:
– Bundan sonra Said’e elinden tutup gideceği yere götürecek bir görevli verin. Onun elinden tutup getirmesiyle gelsin camiye ve cumalara. Maaşını hazineden vermeliyiz. Bu bizim borcumuz...
İslâm’ın yaşlılara gösterdiği itinayı bu uygulamasıyla gözler önüne seren Hazreti Ömer, bununla kalmamış, başka örnekler de vermiştir.
Nitekim bir gün meydan sofrasında oturmuş halkla birlikte yemek yiyordu. Bir ara gözü bir gence takıldı. Elinin biri kesik olan genç yemeğini kolayca yiyemiyor; suyunu da yine kolayca içemiyordu. Yanındakinin kulağına eğilip sordu:
– Ne olmuş acaba bu gencin sağ eline?
Sorduğu adam bilgi verdi halifeye:
– Mûte Savaşı’nda yaralanmış olan eli daha sonra kesilmek zorunda kaldığından böyle kesik elle kaldı. Yemeğini o yüzden rahat yiyemiyor, suyunu da o sebeple rahatça içemiyor...
Bu açıklama halifeyi epeyce bir müddet düşündürdükten sonra yanındakilere emrini verdi:
– Bu malul gazimizi götürün, kendisine bir hizmetçi tayin edin, maaşını hazineden vereceğiz. Savaşta kullanıp barışta insanları kendi dertleriyle baş başa bırakmak ne adaletle bağdaşır ne de insafla.
***
Evet, sosyal adaletin örnek uygulayıcısı Hazreti Ömer, tâ saadet asrında böyle örnekler sunmuş, böylesine uygulamalarla mesaj vermiştir kendinden sonra gelecek asırlara...
Bugün 1400 sene öncesindeki bu uygulamaları tam olarak göremeyince ister istemez dilimizden dökülen malum söz olmaktadır:
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.
Ahmet Şahin, Yaşanmış Örnekleriyle Aradığımız İslâm, s. 45,46
Bir beyit/şiir:
Aramızı karlı dağlar alınca,
Aramızı karlı dağlar alınca,
Gayrı dost eline gidip gelinmez,
Yahşi himmet gerek ahbap yolunda,
Kuru dava ile menzil alınmaz.
Geçti bu devranın demi bozuldu,
Gülistan bezminin gülleri soldu
Çay taşların yakut pahasın buldu,
Cevherler ummana düştü bulunmaz.
Sümmanî bu remzin keşfine delil,
İstersen evvela sen kendini bil,
Meşhurdur söylenir dillerde iyi dil,
Sağ iken bir şahsın kadri bilinmez.
Âşık Sümmanî
– Hangimiz büyüğüz Said?
Bilinen edep ve terbiyesiyle cevap vermişti Said:
– Siz büyüksünüz, ben ise sizden yaşlıyım yâ Resûlallah.
***
Her yaşlı gibi işte bu Said bin Yerbû’da, Halife Hazreti Ömer zamanında gittiği yolu seçemez duruma girmiş, camiye gidemez hale gelmişti. Halbuki Said camiyi ve cemaati asla ihmal etmezdi. Bir gün onu cumada göremeyen Halife Hazreti Ömer sordu:
– Ey Said, sen kolay kolay camiyi, cemaati ihmal etmezdin, hâlbuki seni cumalarda da göremez olduk, hikmeti ne ola ki?
Büyük sahabi gözlerini göstererek cevap verdi:
– Artık iyice yaşlandım, gözlerim bastığım yeri seçemiyor, gideceğim yolu da bulamıyorum. Camiye gelemeyişim bundandır ey müminlerin emiri!
Bunu duyan halife derhal emir verdi:
– Bundan sonra Said’e elinden tutup gideceği yere götürecek bir görevli verin. Onun elinden tutup getirmesiyle gelsin camiye ve cumalara. Maaşını hazineden vermeliyiz. Bu bizim borcumuz...
İslâm’ın yaşlılara gösterdiği itinayı bu uygulamasıyla gözler önüne seren Hazreti Ömer, bununla kalmamış, başka örnekler de vermiştir.
Nitekim bir gün meydan sofrasında oturmuş halkla birlikte yemek yiyordu. Bir ara gözü bir gence takıldı. Elinin biri kesik olan genç yemeğini kolayca yiyemiyor; suyunu da yine kolayca içemiyordu. Yanındakinin kulağına eğilip sordu:
– Ne olmuş acaba bu gencin sağ eline?
Sorduğu adam bilgi verdi halifeye:
– Mûte Savaşı’nda yaralanmış olan eli daha sonra kesilmek zorunda kaldığından böyle kesik elle kaldı. Yemeğini o yüzden rahat yiyemiyor, suyunu da o sebeple rahatça içemiyor...
Bu açıklama halifeyi epeyce bir müddet düşündürdükten sonra yanındakilere emrini verdi:
– Bu malul gazimizi götürün, kendisine bir hizmetçi tayin edin, maaşını hazineden vereceğiz. Savaşta kullanıp barışta insanları kendi dertleriyle baş başa bırakmak ne adaletle bağdaşır ne de insafla.
***
Evet, sosyal adaletin örnek uygulayıcısı Hazreti Ömer, tâ saadet asrında böyle örnekler sunmuş, böylesine uygulamalarla mesaj vermiştir kendinden sonra gelecek asırlara...
Bugün 1400 sene öncesindeki bu uygulamaları tam olarak göremeyince ister istemez dilimizden dökülen malum söz olmaktadır:
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.
Ahmet Şahin, Yaşanmış Örnekleriyle Aradığımız İslâm, s. 45,46
Bir beyit/şiir:
Aramızı karlı dağlar alınca,
Aramızı karlı dağlar alınca,
Gayrı dost eline gidip gelinmez,
Yahşi himmet gerek ahbap yolunda,
Kuru dava ile menzil alınmaz.
Geçti bu devranın demi bozuldu,
Gülistan bezminin gülleri soldu
Çay taşların yakut pahasın buldu,
Cevherler ummana düştü bulunmaz.
Sümmanî bu remzin keşfine delil,
İstersen evvela sen kendini bil,
Meşhurdur söylenir dillerde iyi dil,
Sağ iken bir şahsın kadri bilinmez.
Âşık Sümmanî