Emîr adıyla anılan mahallede ve aynı adlı türbede yatmaktadır. Hayatı hakkında bilgiler yetersizdir. Ahmed Nazîf Efendi, eski kayıtlarda “Es-Seyyid Ubeydullah bin Abdullah Emîr Sultan” adıyla kayıtlı ve 1509 tarihli vakfiyeye bağlı olduğunu bildirmektedir. Yani Emîr Sultan’ın adı Ubeydullah, babasının adı Abdullah’tır. Adının İzzeddin olduğu da söylenmektedir.
Eski Kayseri yerleşiminde Kiçikapı içerisinde, Dülger/Marangozlar Çarşısı’nda olduğu; alemdarları Aziz’in dahi orada yattığı belirtilmektedir.
1649 yılında Kayseri’ye gelen Evliya Çelebi, “Şeyh Emîr Sultan Camii mabed-i kadîmdir, Büyük Ermeni kilisesinin yakınındadır.” derken eski camilerden biri olduğunu anlatmaktadır. 1872 tarihli salnamede, “Emîr Sultan Mahallesi’nde, aynı isimle mescid ve türbe kayıtları olup türbedarı Osman Efendi’dir. Türbe vakfına ait mamur ve harap evler vardır”. Aynı tarihli salname’de ziyaret makamları arasında ve “Danişmendli emîrlerden biri” olarak gösterilmektedir. Durum tespiti dışında tarihî bir değeri olmayan yıllıkta geçen bu bilgi, 1900’ün başlarında yazılan Mir’at-ı Kayseriyye’de adı geçen meşhur kişilerle örtüşmektedir; ancak Meşahir’de biyografisi yazılı değildir.
Şeyh Camii’ne çok yakın olmasına rağmen mescit olarak yaşayan türbesinin kitabesi anlam ifade edebilirdi. Ancak eyvanındaki giriş kapısı üzerinde bulunan kitabe bilinmeyen bir zamanda murçla özellikle kırılarak okunamaz hale getirilmiştir. Bina kodunun düşüklüğü, verilen tarihe -devir olarak- uygun düşmektedir.
1397’de öldüğü söylenen “Emîr Sultan” lakabı, “madde ve manada yöneticilerden biri” olduğu fikrini uyandırmaktadır. Alemdar yani Bayraktar’ının oluşu ise emîr/bey oluşunu desteklemektedir. Emîr Sultan, bu coğrafyayı bize vatan yapanlardan biridir.
Emir Sultan Mescidi
Mescit, Kayseri merkezde, Cumhuriyet Mahallesi, Tennûrî Sokağı üzerinde bulunmaktadır. Mescit yanında bulunan ve aynı adla anılan türbenin doğu duvarına bitişik olarak yapılmıştır. Yapının inşa tarihi ve banisi hakkında herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte yanı başında yer alan ve XIV. yüzyılın ortalarına tarihlendirilen türbe ile aynı dönemlerde inşa edilmiş olmalıdır. İnşa tarihi bilinmeyen yapının onarımına dair, 1645 tarihli Kayseri Şer’iyye Sicil Defteri’ndeki 230 numaralı belgede bilgiler bulunmaktadır.
Yapıda inşa malzemesi olarak kesme ve moloz taş kullanılmıştır. Harime giriş, kuzey cephenin ortasında bulunan basık yuvarlak kemerli bir kapı ile sağlanmaktadır. Kuzey-güney doğrultuda dikdörtgen bir plan arz eden yapının üst örtüsü düz damdır. Üst örtü, daha önceleri mihraba paralel olarak konumlandırılmış ortada bulunan iki adet bağımsız ahşap sütun tarafından desteklenen ve kuzeygüney doğrultuda atılmış ahşap kirişlerle kapatılmıştır. Mihraba paralel iki şahından oluşan mescit güneyde ve doğuda ikişer, kuzeyde ise bir adet olmak üzere toplam beş pencere ile aydınlatılmaktadır.
Harimin batı duvarının ortasında yer alan kapı, türbeye geçit vermektedir. Harimin güney duvarı ortasında yer alan kesme taştan yapılmış beş köşeli plana sahip mihrap, beş sıra mukarnas dolgulu kavsarası ve gömme sütunceleri ile oldukça sade olarak yapılmıştır. Mihrabın batısında yer alan mermer malzemeden yapılmış olan minber orijinal değildir. Yapı, süsleme açısından oldukça sade tutulmuştur.
Mustafa Işık, Remzi Aydın, Kayseri Ansiklopedisi, C. 2, s. 160-161
Gül bahçesi
* Vicdan-ı tâhir ashâbı, ufak bir yolsuzluğu bile ihtiyâr etmek istemezler. Ufak bir leke, kıymettâr bir aynanın renk ve cilâsına mâni olmasa bile, kadrini tenkis eder.
(Vicdanı tertemiz olanlar, en küçük bir yanlışlığı bile yapmak istemezler. Çünkü küçük bir leke, çok kıymetli bir aynanın renk ve cilasına mâni olmasa bile, kıymetini azaltır.)
* Vicdan-ı münevver, mihrâb-ı kemâlâtın pek parlak, yegâne bir kandil-i nurefşânıdır.
(Aydınlık bir vicdan, bütün güzellik ve olgunlukların, etrafa çok parlak ışık saçan bir kaynağıdır.)
* Vazifeye ve maîşete âid zamanlar istisnâ edilirse, eğer kitap mütalâa etmek olmasaydı, ashâb-ı ukûl için yaşamak ve zamanı imrâr etmek, pek müşkil idi. Evkâtını boş geçirenler nasıl geçirebilmekte olduklarına zevil ukûl olanlar bir derece hayrettelerdir ki, bu hayret hiçbir vakit onlardan zâil olamaz.
(Görev ve geçim derdi ile ilgili zamanların dışında, eğer kitap okuyup onları değerlendirme olmasaydı, akıllı olan insanlar için yaşamak ve zaman geçirmek çok zor olurdu. Zamanlarını boşa harcayanların bunu nasıl yapabildiklerine akıllı insanlar hayret ederler ki, bu hayret hiçbir zaman onlardan gitmez.)
Ali Emiri Efendi, Hakikat Çiçekleri
Eski Kayseri yerleşiminde Kiçikapı içerisinde, Dülger/Marangozlar Çarşısı’nda olduğu; alemdarları Aziz’in dahi orada yattığı belirtilmektedir.
1649 yılında Kayseri’ye gelen Evliya Çelebi, “Şeyh Emîr Sultan Camii mabed-i kadîmdir, Büyük Ermeni kilisesinin yakınındadır.” derken eski camilerden biri olduğunu anlatmaktadır. 1872 tarihli salnamede, “Emîr Sultan Mahallesi’nde, aynı isimle mescid ve türbe kayıtları olup türbedarı Osman Efendi’dir. Türbe vakfına ait mamur ve harap evler vardır”. Aynı tarihli salname’de ziyaret makamları arasında ve “Danişmendli emîrlerden biri” olarak gösterilmektedir. Durum tespiti dışında tarihî bir değeri olmayan yıllıkta geçen bu bilgi, 1900’ün başlarında yazılan Mir’at-ı Kayseriyye’de adı geçen meşhur kişilerle örtüşmektedir; ancak Meşahir’de biyografisi yazılı değildir.
Şeyh Camii’ne çok yakın olmasına rağmen mescit olarak yaşayan türbesinin kitabesi anlam ifade edebilirdi. Ancak eyvanındaki giriş kapısı üzerinde bulunan kitabe bilinmeyen bir zamanda murçla özellikle kırılarak okunamaz hale getirilmiştir. Bina kodunun düşüklüğü, verilen tarihe -devir olarak- uygun düşmektedir.
1397’de öldüğü söylenen “Emîr Sultan” lakabı, “madde ve manada yöneticilerden biri” olduğu fikrini uyandırmaktadır. Alemdar yani Bayraktar’ının oluşu ise emîr/bey oluşunu desteklemektedir. Emîr Sultan, bu coğrafyayı bize vatan yapanlardan biridir.
Emir Sultan Mescidi
Mescit, Kayseri merkezde, Cumhuriyet Mahallesi, Tennûrî Sokağı üzerinde bulunmaktadır. Mescit yanında bulunan ve aynı adla anılan türbenin doğu duvarına bitişik olarak yapılmıştır. Yapının inşa tarihi ve banisi hakkında herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte yanı başında yer alan ve XIV. yüzyılın ortalarına tarihlendirilen türbe ile aynı dönemlerde inşa edilmiş olmalıdır. İnşa tarihi bilinmeyen yapının onarımına dair, 1645 tarihli Kayseri Şer’iyye Sicil Defteri’ndeki 230 numaralı belgede bilgiler bulunmaktadır.
Yapıda inşa malzemesi olarak kesme ve moloz taş kullanılmıştır. Harime giriş, kuzey cephenin ortasında bulunan basık yuvarlak kemerli bir kapı ile sağlanmaktadır. Kuzey-güney doğrultuda dikdörtgen bir plan arz eden yapının üst örtüsü düz damdır. Üst örtü, daha önceleri mihraba paralel olarak konumlandırılmış ortada bulunan iki adet bağımsız ahşap sütun tarafından desteklenen ve kuzeygüney doğrultuda atılmış ahşap kirişlerle kapatılmıştır. Mihraba paralel iki şahından oluşan mescit güneyde ve doğuda ikişer, kuzeyde ise bir adet olmak üzere toplam beş pencere ile aydınlatılmaktadır.
Harimin batı duvarının ortasında yer alan kapı, türbeye geçit vermektedir. Harimin güney duvarı ortasında yer alan kesme taştan yapılmış beş köşeli plana sahip mihrap, beş sıra mukarnas dolgulu kavsarası ve gömme sütunceleri ile oldukça sade olarak yapılmıştır. Mihrabın batısında yer alan mermer malzemeden yapılmış olan minber orijinal değildir. Yapı, süsleme açısından oldukça sade tutulmuştur.
Mustafa Işık, Remzi Aydın, Kayseri Ansiklopedisi, C. 2, s. 160-161
Gül bahçesi
* Vicdan-ı tâhir ashâbı, ufak bir yolsuzluğu bile ihtiyâr etmek istemezler. Ufak bir leke, kıymettâr bir aynanın renk ve cilâsına mâni olmasa bile, kadrini tenkis eder.
(Vicdanı tertemiz olanlar, en küçük bir yanlışlığı bile yapmak istemezler. Çünkü küçük bir leke, çok kıymetli bir aynanın renk ve cilasına mâni olmasa bile, kıymetini azaltır.)
* Vicdan-ı münevver, mihrâb-ı kemâlâtın pek parlak, yegâne bir kandil-i nurefşânıdır.
(Aydınlık bir vicdan, bütün güzellik ve olgunlukların, etrafa çok parlak ışık saçan bir kaynağıdır.)
* Vazifeye ve maîşete âid zamanlar istisnâ edilirse, eğer kitap mütalâa etmek olmasaydı, ashâb-ı ukûl için yaşamak ve zamanı imrâr etmek, pek müşkil idi. Evkâtını boş geçirenler nasıl geçirebilmekte olduklarına zevil ukûl olanlar bir derece hayrettelerdir ki, bu hayret hiçbir vakit onlardan zâil olamaz.
(Görev ve geçim derdi ile ilgili zamanların dışında, eğer kitap okuyup onları değerlendirme olmasaydı, akıllı olan insanlar için yaşamak ve zaman geçirmek çok zor olurdu. Zamanlarını boşa harcayanların bunu nasıl yapabildiklerine akıllı insanlar hayret ederler ki, bu hayret hiçbir zaman onlardan gitmez.)
Ali Emiri Efendi, Hakikat Çiçekleri